Bir ülkede insanların silah taşıma hakkına sahip olması, ilk bakışta "özgürlük" gibi algılanabilir. Ancak bu özgürlüğün bedeli çoğu zaman bir canlının hayatı, bir ailedeki huzurun yok olması ya da bir toplumun güven duygusunu yitirmesi İle sonuçlanabiliyor.
Nitekim bununla alakalı neredeyse her gün yüzlerce habere denk geliyoruz. Bireysel silahlanma, modern toplumların en sinsi ve de en tehlikeli problemlerinden biridir.
Silah, doğası gereği öldürmek ya da yaralamak için tasarlanmış bir araçtır. Bunu taşıyan yahut taşımak isteyen hemen herkesin iç dünyasında böyle bir ruh hali vardır. Ama genellikle ‘koruma-korunma’ mazereti adı altında tolere edilmeye çalışılıyor. O yüzden bireysel silah taşıma oranının arttığı her toplumda, şiddet olayları da yükselişe geçmektedir.
Araştırmalar, silah bulundurulan evlerde intihar, cinayet ve kazara ölüm riskinin ziyadesiyle arttığını ortaya koyuyor. Bir tartışma, bir öfke anı ya da psikolojik bir bunalım durumu, silahla birleştiğinde dönüşü olmayan sonuçlara yol açabiliyor.
Toplumda bireylerin kolayca silaha ulaşabilmesi, aynı zamanda suç oranlarının da yükselmesine sebep oluyor. Hırsızlık, gasp ve hatta trafikte yaşanan tartışmalar dahi kanlı sonuçlara varabiliyor. Silah taşıyan kişi kendini daha güçlü hissettiğinden, şiddete başvurma daha kolay ve anında olabiliyor. Silah taşıyan kimse, kendini her konunun en haklısı görebiliyor. Böyle düşünen iki kişinin yan yana gelmesi halinde, ‘olumsuz ve ölümle sonuçlanabilecek’ bir durumla karşılaşma neredeyse kaçınılmaz olabiliyor.
Silahla güvenliği sağladığını düşünen birileri, aslında hem kendisi hem de çevresi için çok daha büyük bir sorun yaratmaktadır. Silah taşınan bir ortamda insanlar daha tedirgin olur, toplumsal ilişkilerde güven azalır. Bu da sosyal bağların zayıflamasına, bireyler arasında mesafenin artmasına yol açar. Böylece yabancılaşma ve neredeyse herkes kendi köşesine çekilerek yaşamı tercih etme durumu da ortaya çıkabiliyor.
Bireysel silahlanma aynı zamanda polis gücünün ve hukukun yerini, bireyin kendi adalet anlayışına bırakmasına sebep olabiliyor. Bu durum, hukuk devleti anlayışını zedelediği gibi kaotik bir düzene doğru gitmeyi de beraberinde getirir.
Gerçek güvenlik, bireylerin hem birbirine, hem de devletin adalet ve güvenlik mekanizmalarına güven duyduğu toplumlarda mümkündür. Silah yerine eğitime, ruh sağlığı hizmetlerine, şiddetle mücadele programlarına yatırım yapmak çok daha insani bir çözümdür.
Toplumda silahın değil, diyalogun ve empati kültürünün yaygınlaşması, sadece bireysel değil, toplumsal huzurun da tesis edilmesinin anahtarıdır.
Bireysel silahlanma, kısa vadede güvenlik hissi sağlayabilir gibi görünse de, uzun vadede toplumsal düzeyde ciddi olumsuz etkiler yaratmaktadır. Silahların yaygınlığı, şiddet olaylarının artmasına, toplumsal güvensizliğin yükselmesine ve suç oranlarının çoğalmasına neden olmaktadır. Bu nedenle, silahlanma yerine, toplumsal güvenliği artırmaya yönelik politikaların geliştirilmesi ve uygulanması büyük önem taşımaktadır.
Silah, güvenliği değil, potansiyel bir felaketi taşır. Bireysel silahlanma, bir hak olmaktan çok bir tehdittir. Daha güvenli bir gelecek için silahları değil, vicdanlarımızı kuşanmalıyız. Çünkü insan hayatı, hiçbir “güvenlik” hissiyle ölçülemeyecek kadar değerlidir.