İş dönüşü, ceketinin cebinde titreyen telefona aldırmadan,fabrikanın revirden kaldığı lojmana doğru, tozu dumana katan kamyonlara aldırmadanyürüyordu. Ama telefon ona aldırmadan sol cebini ısrarla titretiyordu. Sonunda geçen araçların tozu dumanı altında,yoldaki çukurlardan birine düşme ihtimali olsa da açmaya karar verdi.
Arayan uzun zamandır görüşemediği orta yaş avukat bir tanıdığının numarasıydı.
“Merhaba Salih hoca!”
“Merhaba!”
“Biliyorum çok kızacaksın ama sana birini soracağım.”
“Muhtemelen kızarım.”
“Evet kızacaksın ama şehirde meşhur bir hoca varmış. Bel ağrısı, baş ağrısı diz ağrısı olan herkes ona gidiyor. Vatandaş evinin önünde kuyrukta. Randevu alınamıyor.”
Kendisine de hoca diye hitap edildiği için mi bir ilgi kurabiliyordu?Bu yüzden belki aldığı eğitime vurgu yapmak gerekir diye düşündü.
“Bu hocanın tıp fakültesi mezunu bir hekim olmadığını tahmin ediyorum.”
“Evet. Ama çok diplomalıyı cebinden çıkartır. Bu adamdan randevu alınamıyor. Belki camianızdan ona ulaşabilirsin.Mutlaka sizden biri onu tanıyordur.”
Hastane randevularına torpil derken şimdi de hoca randevularına torpil arandığı bir dönemin gerçekliğiyle şaşkın şaşkın,
“Camianız derken!”dedi.
“Yani o dasağlıkçı sayılır.”
“O da sağlıkçı. Diploması yok. Ama senin için önemli değil. Tanıdığımı düşünüyorsun Ve torpil istiyorsun!”
Burada karşı atak olarak söyleyeceği çok şey vardı. Düşündü.
“Bak kardeşim benim asliye ceza mahkemesinde bir davam var. İyi bir arzuhalci tanıdığın var mı? Çünkü bir arzuhalciden hukuki yardım almak istiyorum.”
Belki sağlık bezirganlarını arzuhalcilerle kıyaslaması yanlıştı. Kasabada arzuhalci Fahri amcayı hatırlardı. Belki arzuhalci insanlara şifa sömürüsü yapandan daha masumdu.
“Misilleme yapıyorsun. Siz doktorlar yeterli olsaydınız biz…”
“Kupacıya, cinciye, muskacıya, üfürükçüye gitmezdik diyorsun…”
“Tam da öyle. Ağrılarıma hiç çare bulamıyorsunuz.”
Ona ne kadar sıklıkla doktora gittiğini, söylediklerini yapıp yapmadığını, ilaçlarını düzenli kullanıp kullanmadığını, kontrolleri aksatıp aksatmadığını, sağlık politikalarının yanlışlığının ne kadar farkında olduğuna dair soracak ve açıklayacak hali yoktu. Yapılacak olan erozyona tıbbı, erozyona hukuk ile kıyaslama beyhude yarışına girmekti. Elbette bu erozyona tümden karşı bir mücadeleyi de konuşabilirlerdi.
“Haklısın, hukukun geldiğinoktada esasen kimse bizim gibi avukatlara da ihtiyaç duymuyor”dedi orta yaşlı avukat.
İki saygın meslekten, karşılıklı meslek erozyonu salvolarındansonra telefon birden kapandı. Belli ki telefon karşıdan yüzüne kapanmıştı.
Avukat arkadaşı elbette bilim dışı arayışlara girebilirdi. Ama onda bu konuda işbirliğiistemesine kızmıştı.Yürümeye düşmemeye çalışarak devam etti. Yine gelen bir telefona yenik düştü. Telefondaki ara sıra kahvede okey oynadığı kuyumcu Sedat’tan başkası değildi.
“İyi ki aradınSedo.Yurt dışı ziyaretimden kalan yüz beş avrom var. Bozdurmak istiyorum.”
“Yüz beş avroyu ne diye bozacaksın. Sakla, bir daha yurt dışına gidersen harcarsın.”
“Cebimde ve ek hesaplarımda hiç para kalmadı.”
“Tamam o zaman. Yarın işin yoksa görüşürüz.”
“Yarın olmaz. Eğitime gideceğim.”
“İyi yaparsın. Çok geri kaldın. Eğitilmen şart!”
Tabii ki en fazla ortaokul mezunu olan kuyumcu Sedat’ın mesleğinin yenilikçi değişime, bilime karşı açıklığı, sürekli eğitimdiye bir gerçeklik olduğunu nasıl anlatsındı!
Telefonları yine çalıyordu. Biliyordu, tümü medikal ve para medikal ihlallerden dolayı yardım için arıyordu.
Ne yapabilirdi?Hastanelerden randevuyu erken alacak bir gücü yoktu. Medikal konulardaki istişarelerden, şikayetlerden yorgundu.
Yürümekten de yorgundu. Aslında serviste sorularamuhatap olmamak adına onca yolu aşındırıyordu. Kaldığı yer nerdeyse beş kilometre vardı.
Ve ilk gelen araca elini kaldırdı. Araçta üniversite mezunu, yüksek lisanslı çeşitli branş sahipleri vardı. Bir iki selam kelamdan sonra yinekonu malum yere geliyordu.
“Ya Salih hoca inanmayacaksın. Ama ileriki köylerde bir hoca varmış. Çok kuvvetli üfürüyormuş. İnan sadece şifa üflüyor.”
“Sen gittin mi.”
“Evet gittim.”
“Memnun kaldın mı?”
“Evet baş ağrımın azaldığını söyleyebilirim.”
“Bence hocatükürük partiküllerini artırsaydı daha tekili olurdu.”
“Ne biçim konuşuyorsun!”
“Şimdi üfürüğünde de çok küçük tükürük partikülleri var zaten. Ağrında devam ediyormuş. Belki tükürük partiküllerinden tamamen faydalansaydın bir daha yanıma ağrı kesici yazdırmaya da gelmezdin.”
“Uzaktan üfürdü. Yüzüme ulaşmamıştır.”
“Sen az önce üfürüğün kuvvetindenbahsediyordun ama…Biliyorum çok kızdın. Ama benim kızgın olabileceğime aldırmadan konuşabildin. Eğer siz bir hekimle konuştuğunu unutursanız o da sizin asıl kimliklerinizi hatırlamaz!”
Çünkü asıl kimlikleri topluma faydalı olabilecek kişilerdi.Ancak sistemin üfürüğü onlara inanmadığı şeyler söylettiriyor ve yaptırıyordu.
Kampüse girdiklerinde en yaşlı olanı.
“Çok haklısın hocam. Bize iyi bir ders verdin. Bunu hakkettik. Sağlıksız ne varsa yapıyoruz.”
“Evet hakkettik!”diyordu kuvvetli üfürüklerden bahseden kişi.
Günün sonunda lojmana varmıştı. Yıllar önce, öğrencilik zamanında yurt kantininde sürekli arızalanan televizyon da “Güler misin, Ağlarmısın!” adlı programı yaşıyor gibiydi.
Ama hiçbir üfürüğün hakikatin rüzgarına dayanamayacağını da biliyordu. Mesele toplumsal erozyona karşı topluca karşı çıkabilmekti.