“Hepimiz Gogol’un Palto’sundan çıktık.” -FyodorMihayleviç Dostoyevski Okuduğumuz bazı kitaplar hayatımızın her döneminde zihnimizdeki yerini korur. Çünkü belli bir döneme, belli bir olaya değil hayatın ve insan ruhunun kendisine dokunur.
Bana kalırsa Gogol’un Palto’su da onlardan biridir. Soğuk bir kış gecesinde kimsesiz bir memurun eskiyen paltosunu onartmak için biriktirdiği paranın ardında, aslında bir ruh çabası gizlidir: görülmek, var olmak.
Kitabın ana karakterinin hikâyesi esasında maddi yoksunluğu değil, manevi yoksunluğu açıkça anlatıyor. İnsan, modern dünyanın gürültüsünde kayboldukça içindeki sessizliği unutuyor. Oysa Palto’nun kahramanı bize “değerli olmanın” dış görünüşle değil, iç huzurla ilgili olduğunu içimizi üşüten bir hikayeyle hissettiriyor. Karakterin paltosu çalındığında aslında çalınan şey, onun onurudur fakat hayat roman okumak kadar basit değil hiçbirimiz için. Onurumuzun çalındığını fark etmek için bazen çok geç olabiliyor…
Bugün bizler okul sıralarında, işlerimizde, unvanlarda yeni paltolar dikiyoruz kendimize. Her biri bizi soğuktan korumak yerine biraz daha üşütüyor. Çünkü unutuyoruz ki maneviyatın sıcaklığı olmadan, hiçbir kumaş insanı ısıtamaz.
Mevlânâ “Dışını süsleme, içini onar” der. Gogol’un Palto’su da bunu başka bir dilden anlatıyor. Ruhumuzun paltosunu kaybettiğimizde hiçbir kazancın, hiçbir başarının onu örtemeyeceğini anlarız.
Bugün beton binalar, teknolojik cihazlar, yapay zekâlar arasında yaşarken belki de Gogol’un uyarısı hiç olmadığı kadar güncel: Biz, ruhumuzun paltosunu korumadıkça donmaya mahkûmuz. Maneviyat, hiçbir çağda uzak bir kavram değil; her çağın insanı için hayatı anlamlı kılma biçimi. Bunu unutmamalıyız.
Diliyorum ki havanın gittikçe soğuduğu bu günlerde sadece bedenimiz üşüsün sevgili okur, ruhumuz değil.