Bu satırları ben yazdığıma ve siz de okuduğunuza göre en azından biyolojik olarak öyleyiz. Şimdi asıl soruya gelelim: İnsan olmak kolay da, peki insan kalabilmek ne kadar mümkün?
Bu soruyu önce kendime sordum. İnsan, başkasına bakarken kendini görmekte zorlanır ama kendine bakarken de çoğu zaman gerçeği çarpıtır. Çünkü bizde olan normalleşmiştir. Ben de bu hataya düşmemek için kendimle kısa bir hesaplaşma yaptım.
Tarih boyunca milyonlarca insan yaşadı. Kimisi iyiydi, kimisi kötü; kimisi kalpleri onardı, kimisi kalpleri kırdı. Kimi hayata bir iz bıraktı, kimi sadece gelip geçti. Ve hepsinin ortak noktası şu: Hepsi insan olarak doğdu ama çok azı insan kalarak öldü.
Biz ise hâlâ yoldayız. Bu yol nereye gider bilmiyorum ama insan kalabilmek hâlâ elimizde. Peki bunun farkında mıyız? Ne yazık ki çoğu zaman değiliz.
Modern çağ bize çok şeyi öğretti ama en önemli şeyleri unutturdu: Sabretmeyi, dinlemeyi, anlamaya niyet etmeyi, bir insanın yükünü hafifletmenin önemini… Ve en acısı insan kalabilmenin inceliklerini…
Bugün birçoğumuz başımıza gelen her olumsuzluğu hayata, dünyaya, kadere fatura ediyoruz. Belki küçük bir kısmımız da hatayı kendinde arıyor ama hakkıyla arayan kaç kişi var? Bana kalırsa sınavımız da burada başlıyor: Kendimize karşı dürüst davranmak.
Kendimize dürüst olamıyorsak, başkasına nasıl olacağız?
Sürekli rol yapan, sürekli beğenilme derdinde olan, sürekli olduğundan farklı görünmeye çalışan biri; en basit insani duygularını bile kaybediyor. Çünkü insan kalabilmek için önce kendini tüm zaaflarıyla kabul etmek gerekiyor. Kısaca kendimiz olmak…
Kendimiz olursak anlamlı bir hayata, insanca yaşamaya doğru ilerleyebiliriz. Kendimiz olunca tüm yollar daha sahici olur.
Başkası olarak attığımız adım bizim sayılmaz sonuçta, değil mi sevgili okur?