Türkiye’de siyasetin dili değişiyor. Meydanlardaki sloganlardan, teşkilat toplantılarındaki gündemlere; miting kürsülerinden, sandık başındaki stratejilere kadar her yerde tek bir ortak konu konuşuluyor: Gençlik…

Özellikle Z kuşağı artık yalnızca “dinlenen” değil, siyasetin seyrini belirleyen bir toplumsal güç olarak kabul ediliyor.

Siyasi partilerin il ve ilçe teşkilat toplantılarında en sık dile getirilen başlıklardan biri gençlere nasıl ulaşılacağı, gençlerin siyasete nasıl kazandırılacağı.

Genel seçimlerde de yerel seçimlerde de kampanya planları yapılırken araştırmaların odağına genç seçmen konuluyor.

Çünkü artık sandık matematiği sadece yaş gruplarına göre değil; algı, beklenti ve değer dünyası üzerinden kuruluyor.

Z kuşağı bu denklemde kilit rol oynuyor.

Bu kuşak kendinden önceki kuşaklar gibi tek yönlü değil, çok sesli ve çok kaynaklı bilgiyle şekilleniyor.

Televizyon tartışmaları veya klasik miting söylemlerinin ötesinde; sosyal medyada gördüğü bir video, dijital bir kampanya ya da gündemi yakalayan bir sosyal sorumluluk projesi daha fazla etki yaratabiliyor.

Z kuşağı seçim pusulasına sadece parti adı değil, umut, gelecek tasavvuru ve samimiyet arıyor.

Gençlerin siyasete bakışı da alışılmış kalıpların dışında.

Onlar ideolojik etiketlerden çok; özgürlük, adalet, liyakat, çevre, eğitim ve fırsat eşitliği gibi somut başlıklara odaklanıyor.

Siyaset kurumunun gerçek hayattaki karşılığını sorguluyorlar: “Beni işsiz bırakan sistem niye değişmiyor?”, “Eğitim neden hayata hazırlamıyor?”, “Bir ülkede genç olmak neden bu kadar zor?”

Bu sorular, sandıkta atılacak bir imzadan çok, toplumun vicdanına yöneltilmiş bir çağrı niteliği taşıyor.

Son dönemlerde yeniden tartışılmaya başlanan çözüm süreci benzeri toplumsal meselelerde de gençliğin etkisi göz ardı edilemiyor.

Z kuşağı çatışma dilinden ziyade barış dilini, ezberlerden çok diyaloğu önemsiyor.

Travmatik geçmişi doğrudan yaşamamış bir kuşak olarak meseleye daha soğukkanlı, daha sorgulayıcı ve daha idealist yaklaşabiliyor.

Bu durum, toplumsal normalleşme ve ortak gelecek vizyonu üretme açısından önemli bir fırsat sunuyor.

Ancak gençliğin siyasete kazanılması sadece “oy istemekle” olmuyor.

Gençleri sadece seçim dönemlerinde hatırlayan değil; onları sürekli dinleyen, karar mekanizmalarına dahil eden, yerelde ve genelde sorumluluk alanları açan bir siyaset anlayışı gerekiyor.

Aksi takdirde Z kuşağı siyasetten tamamen uzaklaşmak yerine, sistemi dışarıdan eleştiren ve dönüştüren bir güç olmaya devam edecek.

Bugün siyaset için asıl sınav şudur: Z kuşağı sandığa gidiyor mu değil, siyasete inanıyor mu?

Gençliğin sandıkla kurduğu bağ, umutla doğru orantılıdır.

Onlara bir gelecek vaadi sunabilen, bunu lafla değil icraatla gösterebilen siyaset kazanacaktır.

Çünkü artık gençler yalnızca yarının seçmeni değil, bugünün belirleyicisidir.

Ve siyaset bunu ne kadar erken anlarsa, toplumun geleceğini o kadar sağlam temeller üzerine kurabilir.