UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki Surlarımızın içinde bulunan tescilli tarihi yapıları ziyaret edenimiz var mı?
Yani story ve sosyal medya hikayeleri dışında ziyaret edenimiz var mı anlamında soruyorum.
Koro halinde HAYIR diye ses duymamak mümkün değil.
Tescilli ve tescilsiz yapılarımız, gün geçtikçe daha da çöküyor.
Biz ‘cakasını satmakla’ uğraşalım, milim milim ölüyor tarihi yapılarımız.
Bir tarih, gözlerimizin önünde ve neredeyse canlı yayında yok olup gidiyor.
Garip olan, tarihteki onca savaşa, talana, felakete ve iklimsel sorunlara karşın ayakta durabilmiş bu yapılarımızı koruyamıyoruz.
Hem de, korumanın eskilere oranla çok daha kolay olduğu bir çağda.
Sur’da yaşanan çatışmalı ve kahredici zamanın üzerinden 10 yıl geçti. Kentin her yerinde ve yer yer sadece vitrin düzenlemeleriyle yapılan ‘çalışmalar’ görünse de tescilli yapıların bu hali insanın içini yakıyor doğrusu.
Makyajla düzeltilmeye çalışılan cadde ve sokakların yanı başında, sessiz ve fakat çığlık çığlığa bir tarih çürüyor.
Yürekleri sızlatan bu görüntüler, Diyarbekirmiz’e yakışmıyor.
Hafta sonu, tarihimizin ve talihimizin hatırını sormak ve bir haber yapmak için Sur’daydım.
Harabeye dönmesine nerdeyse el birliği ile çabaladığımız yapıların içinde alkol şişeleri, aklınıza gelebilecek her türlü pislik ve çöpler…
Tarihin kucağı diyebileceğimiz duvarlarının diplerinde ateşten is tutan, taş değil ‘tarihimizdir’.
Bir moloz yığının başında, başını iki elinin arasına almış bir amca ile karşılaştım.
Dertleşmeye bile yüzüm tutmadı.
Kendimi, ‘olay mahalline gelmiş bir katil gibi hissettim’.
Ama selamlaştık, halini hatırını sordum.
Gazeteci olduğumu öğrenince başladı rahmetli Beytocan’dan ‘Dilwêran im’ şarkısını okumaya.
Gule berdan nav dile min
Tîrek tûj ket nav ceger a min
Min şewitandın, min peritandın
Min perçe kirin wek Welat’ê min.
Ve deli gibi ağladı.
Ağladık.
Ki ben o ağlamada, bir ömrün bütün acılarını ve talanını gördüm.
“Sur yıkıldıktan sonra, hakkımız olan hiçbir şeyi geri alamadık. Biz derdimize ve durumumuza yanar ve ağlarken, buraları zenginlerin alması için, hayatımızda bir arada bulamayacağımız paralar karşısında satılığa çıkarttılar. Bizleri de tabutluk gibi evlere koydular. Nefes alamıyoruz. Alışamadık yeni yerlerimize” deyip ‘ilk nefeste yarıladığı’ cigarasını yaktı.
İmkan yaratıp her gün geliyormuş buraya. Uzun bir şehir içi yolculuğundan sonra, önce bir çay içiyor mahallenin kahvesinde ve sonra buluşan yaşıt arkadaşlarıyla kendi hayatının geçtiği sokak ve viran evlere bakıp anılarını tazeliyorlar.
Yıkılan her duvar, çöpe dönüştürülen her avlu, viran edilen her sokak ve molozların altına gömülen her taş, koca bir tarihe yapılacak en büyük kötülüktür.
9 bin yıllık geçmişiyle Mezopotamya’nın en kadim kentlerinden biridir Diyarbekir. Yurt olduğu medeniyetler kendilerinden bir şeyler bırakıp göçmüşler. Binlerce yıllık bir hafızası olan ve bunu geleceğe taşıyabilmiş bir şehir.
Bu tescilli yapıların korunmaması yalnızca mimari bir kayıp değildir. Şehrin hafızasını, kimliğini ve geleceğini de tehdit ediyor.
Aralık 2015’te yaşanan 'hendek' ve 'barikat' olaylarında 5 bin aile yani yaklaşık 24 bin kişi göç etmek zorunda kaldı. TMMOB’nin raporuna göre Cevatpaşa, Savaş, Hasırlı, Cemal Yılmaz, Fatihpaşa ve Dabanoğlu mahallelerinde toplam 75,3 hektarlık alanın 46,3 hektarı zarar gördü, 87’si tescilli, 247’si tescile değer olmak üzere 3 bin 569 konut yıkıldı.
Rakamlar korkunç değil mi?
Bir zamanlar kalabalık ve şen şakrak olan Sur, şimdilerde kimsesiz bir çocuk gibi ortasında duruyor hayatımızın.
Yazık …