Sivil toplum kuruluşları veya sivil toplum örgütleri, resmi kurumlar dışında bağımsız olarak çalışan, politik, sosyal, kültürel, hukuki ve çevresel amaçları doğrultusunda lobi çalışmaları, ikna ve eylemlerle çalışan, üyelerini ve çalışanlarını gönüllülük usulüyle alan, kâr amacı gütmeyen ve gelirlerini bağışlar ve/veya üyelik ödemeleri ile sağlayan kuruluşlar olarak tanımlanır.

Bu kuruluşlar devletlerin resmi olarak ulaşamadıkları sosyal, ekonomik ve siyasal sorunlara getirdikleri çözüm önerileri ya da devletin üzerinden kısmi olarak da olsa aldıkları bu yükler itibarıyla dolaylı olarak, devletlerin sosyal denge ve refah düzeyinin artırılmasına da katkı sağlar. Bu nedenle STK’lar, gerek ulusal gerekse uluslararası düzeyde, demokratik yaşam için önem kazanmışlardır.

STK’ların kuruluş amaçları; problem olarak tespit ettikleri alanda kamuoyunu harekete geçirmek ve o sorunun çözümünü sağlamaktır. Ancak, genellikle toplumsal bir harekete dönüşemeyen STK’lar, hem maddi sıkıntı, hem de gönüllü sıkıntısı yaşamaktadır. Bu kurumlar birkaç şahsın ya da kurumun sağladığı destekle hayatta kalabilmekte, dolayısıyla, zamanla bağımlılaşabilmektedir. Bu durum, STK’larda çalışan yöneticilerin kendi etki alanlarını korumaya çalışmalarına neden olur ve böylece kurum bürokratik bir yapıya dönüşür. Halkla ilişkisi olmadığı için gönüllülerin bu kuruluşa gelmesi beklenemez. Gelmesini bir tarafa bırakalım, bu kuruluştan belki de o alanda birçok faaliyet yapacak, gönüllülerin haberi dahi olmaz. Sonuç olarak, STK’lar amaçlarından sapar ve etkisiz hale gelir. STK’lar hep aynı faaliyetleri yapan, aynı bakışı taşıyan, sürekli olarak kendini tekrar eden bir yapıya bürünür.

2 milyon nüfuslu Diyarbakır’da yaklaşık 2 bin STK var. Bunların büyük bir bölümü dernek statüsünde. Geriye kalanlar ya meslek örgütleri ya da yarı kamu kurumu niteliğinde faaliyet gösteren kuruluşlar. Gel gör ki kentin sosyal sorunları almış başını giderken, asıl amacı “toplum yararına faaliyet göstermek” olan bu kuruluşların bir çoğu bölük pörçük. Bir çoğu tek merkezci, faaliyet alanları aynı olanlar ortak bir çalışma yürütmez, biri diğerine küs konuşmaz, diğeri kendi kalesine gol attığından habersiz rol çalar, bir başkası aynı karede yan yana gelmemek için elinden geleni yapar…

Artık toplum zararına dönüşen bu yaklaşımlar elbet kabul edilemez.

Çünkü Diyarbakır’ın sorunları çok.

Yoksulluk almış başını gidiyor, tarihi kentin kültürel değerlerine gereken önem verilmiyor, kent hak ettiği değeri görmüyor.

Sebebi ne olursa olsun küslükler, yönetimi es geçip tek başına alınan kararlar kabul görmemeli artık.

El ele verin ve bu kadim kenti hak ettiği yere getirin!

Kuruluş amacınız ve tarihin size vermiş olduğu sorumluluk da bunu gerektiriyor.