Türkiye, kırk yılın kan, gözyaşı ve yıkımla örülü çatışma sürecini nihayet geride bırakma ihtimalini konuşurken, siyasetin omuzlarına büyük bir sınav düştü. Bu ülkenin acı hafızasında en sert çizgide duran isimlerden biri olan Devlet Bahçeli, yıllardır tekrarlanan ezberleri bozdu ve bir anda barış kapısını aralayacak bir çıkış yaptı. PKK'nın silah bırakması ve Türkiye’den tamamen çekilmesiyle başlayan yeni iklimi güçlendiren çıkışı, Ankara kulislerini yerinden oynattı.

Bahçeli, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kurulan ‘Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun İmralı’ya gidip Abdullah Öcalan’la görüşmesi gerektiğini açıkça ifade etti. Komisyonun ayak sürüdüğünü görünce ise doğrudan meydan okudu:

‘Siz gitmezseniz, ben üç arkadaşımı alır giderim.’

Bu sadece bir cümle değildi; siyasetin yıllarca cesaret edemediği bir kapının gıcırtıyla açılmasıydı.

TEMKİNLİ UMUT, DERİN ŞÜPHE

Bahçeli’nin bu çıkışı özellikle çatışmanın ağır bedelini ödemiş olan Doğu ve Güneydoğu’da büyük yankı uyandırdı. İnsanlar olumlu karşıladı; çünkü herkes biliyor ki bu topraklarda her barış ihtimali altın değerindedir. Ama aynı zamanda kimse tam güvenmiyor; çünkü umut bu coğrafyada defalarca suistimal edildi.

Üstelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararına rağmen Selahattin Demirtaş’ın hâlâ serbest bırakılmamış olması, bu halkın sırtındaki temkin yükünün en somut sebeplerinden biri olarak duruyor.

Komisyon sonunda İmralı'ya gitmeye ‘evet’ dese de bu kez başka bir engel çıktı: CHP’li üyeler gitmeyecekti.

Bu karar bölgede soğuk duş etkisi yarattı. Kürt siyasi hareketinin içinden yükselen tepkiler netti: ‘Barışa gelmeye korkan bir siyasetin bu ülkeye verecek hiçbir şeyi kalmamıştır.’

Tam bu sırada merhum Sırrı Süreyya Önder’in, vefatından önce yaptığı bir konuşma yeniden dolaşıma girdi. Önder o konuşmada, ‘Bazı CHP’liler bizimle yan yana görünmekten bile çekiniyor’ demişti.

Bugün o görüntü yeniden ortaya çıkınca bölgedeki tepki daha da sertleşti: ‘Demek ki CHP için değişen hiçbir şey yok.’

CHP’NİN SINAVI

CHP’nin komisyonun İmralı ziyaretine karşı çıkması, bölgede sadece bir siyasi kararsızlık olarak değil, doğrudan bir yüz çevirme olarak okundu. Oysa CHP’nin tarihinde 1989 SHP Kürt Raporu gibi cesur bir belge var. Bugün aynı parti, kendi geçmişinin bile gerisine düşmüş durumda.

Daha acısı şu: Kürt seçmeni son on yılda CHP'ye oylarıyla, ittifakları ile, fedakârlıklarıyla defalarca omuz verdi.

-Muharrem İnce'nin adaylığı,

-Kemal Kılıçdaroğlu'nun adaylığı,

-İstanbul başta olmak üzere büyükşehirlerin kazanılması…

Hepsinde Kürt seçmeninin belirleyici katkısı vardı. Ama şimdi aynı seçmen CHP’den beklediği en küçük cesareti bile göremiyor.

Üstelik CHP geçmişte;

Dokunulmazlıkların kaldırılmasında,

Askeri tezkerelerde,

Güvenlik yasalarında,

AK Parti’nin yanında saf tutmuş bir parti. Yani mesele korkuysa, CHP korkacağı şeylerde cesur; cesur olması gereken yerde ise suskun. Bu çelişki artık gizlenebilir olmaktan çıktı. Sonuç; Barış korkakların değil, cesurların işidir.

Türkiye bugün kırk yıllık bir savaşın kapısını kapatmaya hiç olmadığı kadar yakın. Bu ülke artık ölümleri, ağıtları, yoksulluğu, fay hattına dönüşmüş kimlik tartışmalarını kaldıracak güçte değil. Gençler artık çatışma değil hayat istiyor. Anneler evlatlarını değil kirli siyasetin laf cambazlığını toprağa gömüyor.

Ama şu açık:

Barış, korkak siyasetçilerle gelmez.

Cesaret ister. Bedel ister. İnisiyatif ister.

Bahçeli'nin çıkışı bir irade gösterisiydi; eleştirilebilir, tartışılabilir ama cesurdu. Şimdi herkes aynı cesareti göstermek zorunda. Çünkü tarih öyle anlar yaratır ki, kaçırıldığında bedelini bir nesil değil, millet öder.

Türkiye, belki de ilk kez bu kadar yaklaşmış olduğu barış ihtimalini siyasi korkulara bırakmamalı. Korkunun hüküm sürdüğü yerde ne demokrasi olur, ne kardeşlik, ne de yüzü geleceğe dönük bir ülke.

Bugün atılacak adımlar artık sıradan bir siyasi hamle değil; Türkiye'nin önümüzdeki kırk yılının kader mühürleridir.

Sevgiyle kalın.