Ebu Malik el-Eş'ari -radıyallahu anh-‘dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: "Temizlik imanın yarısıdır.
'Elhamdülillah' mizanı doldurur, 'Subhânallâhi velhamdulillâh' sözleri ise yer ile gökler arasını doldurur. Namaz nurdur, sadaka burhandır, sabır ışıktır. Kur’an senin ya lehinde ya da aleyhinde hüccettir. Herkes sabahtan (pazara çıkar) nefsini satar; kimi onu azat, kimi de helak eder." (Müslim)
Allah (cc), insanlara Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'i bir elçi olarak göndererek, tüm insanlığa büyük bir minnet etmiştir. Kur’an-ı Kerim'i Peygamber Efendimize vererek bütün âlemlere büyük merhamet etmiştir. Bizler insanlar olarak, o yüce Kerem sahibi olan Rabbimize ne kadar hamd etsek, ne kadar şükretsek de azdır. Zira Hazreti Muhammed’in getirdiği Kur’an-ı Kerim, tüm sureleri ve ayetleriyle bizlere ışık tutar, önümüzü ve yönümüzü aydınlatır, bizleri basiret sahibi kılar.
Gerçekten Allah’a ve Elçisine iman edenler, öyle bir hakikate varırlar ki, geceleri gündüz kadar aydınlık olur. Zira Kur’an öyle bir kandildir ki, ruhları ve gönülleri aydınlatır, müminleri bir aydınlık üzere kılar. Hazreti Muhammed, bütün âlemler için yol gösteren bir kılavuz, aydınlatan ilahi bir nurdur. O, gerçekten bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiş bir elçidir.
Yüce Allah, Maide Suresi’nde Kur’an-ı Kerim ve Hazreti Muhammed ile ilgili şu gerçeği ifade etmiştir:
"Ey Ehli kitap, şimdi size Resulümüz geldi; kitabınızın gizlemekte olduğunuz birçok yerlerini sizlere beyan ediyor, birçoğundan da geçiyor. İşte size Allah’tan bir nur, bir parlak kitap geldi. Allah, o nur ve kitap vasıtasıyla rızâsını arayanları ebedî huzur ve kurtuluş yollarına iletir; onları sadece kendi izniyle küfür ve günah karanlıklarından iman aydınlığına çıkarır ve onları dosdoğru yola ulaştırır." (Maide, 15-16)
Peygamber Efendimiz’in mucizelerindendir ki, veciz kelimelerle çok manalı hadisler ifade etmiştir. Bugünkü dersimizde ana konu olan hadisi şerifte de Allah Resulü, ümmetini az ve kısa sözlerle çok güzel amellere yönlendirmiştir. İçinde hiçbir zorluk olmayan, belagat ile dolu kelimelerle ümmetine öğüt vermiştir. Allah’a iman eden ve razı olan, İslamiyet’i din olarak kabul eden ve razı olan, Hazreti Muhammed’i peygamber olarak kabul eden ve razı olan tüm müminleri çok faziletli amellere teşvik etmiştir.
Bu hadiste ilk olarak Peygamber Efendimizin talimatı temizlik olmuştur. Zira temizlik ve abdest, namazın şartıdır. Bir kulun namaz kılabilmesi için ilk önce abdest alması ve temiz olması gerekir ve bu da namazın şartıdır. Temizlik büyük abdesti, küçük abdesti ve necaseti kaldıran, yok eden bir araçtır. Temizlik, yerde, bedende ve elbisede hasıl olur. Temizlik, Cennet’in anahtarıdır. Onun içindir ki Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Bir mümin abdest aldığı zaman, vücudundaki hataları yıkanır, bedeninden ve azarlardan çıkar, atılır. Elini yıkarken elin günahları, yüzü yıkarken yüzün günahları, gözü yıkarken gözün hataları, kulağını yıkarken kulağın hataları, ağzını ve burnunu yıkarken ağzın ve burnun hataları, ayakları yıkarken ayakların günahları, başı meshederken başın günahları temizlenir. Temizlik küçük günahlara kefarettir. Bir mümin büyük günahlardan arındığı zaman, onun abdesti ve guslü, farz namazları, rükûları ve secdeleri küçük günahlara kefaret olur.”
Hadiste, temizlik imanın bir parçasıdır denilmiştir. Allah Resulü, bu hadisi söylerken temizlikten anlamayan, hayatlarını çölde ve hayvancılıkta geçiren bir ümmi toplumun içinde beyan etmiştir. Adeta topluma temizlik medeniyetini göstermiş, sadece Araplara değil, bütün dünya insanlarına da bu medeniyeti vadediyordu. Allah Rasûlü, bu medeniyeti ilahi rahmet olarak getirmiştir.
Temizlik iki türlüdür: biri maddi, diğeri ise manevidir. Şayet sadece maddi temizlik kast edilseydi, temizlik iman olamazdı. Nitekim günümüzde ateist olan, hiçbir dine inanmayan insanlar var ki, her gün banyosunu yapıp dışarıya çıkıyor, üzerine hiçbir kir kalmıyor; fakat zerre miktarında imanları yoktur. Şu bir gerçektir ki, temizliğe riayet etmeyen, her gün abdestini tazelemeyen, gusül abdesti almayan, cünüpten kendini temizlemeyen, kadınlar ay başı hallerinden çıkarken temizliklerini yapmayan, cuma günleri cuma usullerini almayan Müslümanlar gerçek mümin olamazlar.
Bir mümin maddi temizliğe önem verdiği kadar manevi temizliğe de önem vermelidir. Maddi temizlik, beden, elbise, çalıştığı yer ve yattığı yerlerde tezahür eder. Bir mümin abdest almadan namaz kılamaz, cünüp olduğu zaman gusül abdesti almadan namaz kılamaz, camiye gidemez, Kur’an okuyamaz. Bir Müslüman, kirli elbiselerle namaz kılamaz, kirli seccade üzerinde, necis bir mekânda namaz kılamaz. Temizlik, imanın bir parçasıdır. Bazı rivayetlere göre, temizlik imanın yarısıdır denilmiştir. Bir mümin necis bir maddeyi alamaz, içki içemez, domuz etini, leş etini, köpek etini, Kur’an ve sünnette beyan edilmiş haram şeyleri asla yiyemez. Bir mümin hayatı boyunca vücudunu, elbisesini, evini, iş yerini, sokağını, caddesini ve çevresini temiz tutmakla mükelleftir.
Manevi temizlik ise, başta mümin niyeti her şeyde, her işte, tüm davranışlarda, tüm sözlerde samimi olmakla ilgilidir. Bir mümin Allah’tan başka hiçbir maksadı taşımayacak, Allah’a ibadet ederken, namaz kılarken, zekât verirken, oruç tutarken, hacca giderken, cami inşa ederken, yol köprüsü, kanallar açarken, tüm bu işlerde temiz bir niyet taşımalıdır. Aksi takdirde, o ameller kabul edilmez. Mümin temizdir, her türlü şirkten, her türlü gösterişten, kibirden, bencillikten, ihanetten, zulümden, yalan ve dolandan uzaktır. Bir mümin, kalbinde hiçbir insana kin beslemez, hiçbir insana nefretle bakmaz, hakaret etmez, onları küçük görmez.
Bir mümin temizdir ruhunda, kalbinde ve beyninde samimidir. Hiç kimseyi aldatmaz, sözünde caymaz, nifak, iki yüzlülük ve samimiyetsizlikten uzaktır. Bir mümin Allah’a karşı temizdir, Peygambere karşı temizdir, müminlere karşı temizdir, komşusuna karşı temizdir, yetim hakkını yemez, idarede olduğu zaman idareyi kötü kullanmaz, devlet malı denizdir demez, ihalelere fesat karıştırmaz, kimsenin malına göz dikmez, kimsenin namusuna ihanetle bakmaz. Mümin temizdir; diliyle küfürbaz değildir, kalbiyle haset etmez, kimseyi kıskanmaz, gözleriyle harama bakmaz, elleriyle kimsenin malını çalmaz, kulaklarıyla haramı, yalanı, dedikoduyu dinlemez. Mümin temizdir; düşünceleri, hayalleri, fikirleri hep hayra yöneliktir, kötülüğe yönelik değildir. Ayaklarıyla şeytan yollarında yürümez, kötülük yollarında yürümez, şer insanlarla beraber olmaz, zalime asla meyil etmez. Kalbiyle ve ameliyle mazlumun yanında yer alır, hakikati haykırır, hiç kimsenin kınamasından korkmaz; hak tarafında olur, batıl tarafında olmaz.
Hadisin ikinci maddesi Allah’a hamd etmek mizanı doldurur. Hadisin devamında Allah’ı tespih etmek ve Allah’a hamd etmek her biri ya da ikisi, yerle gök arası dolduracak kadar hayır ve hasenatla doldurur, buyurmuştur. Doğrusu hamd o kadar önemlidir ki, yüce Allah şerefli kitabının başında tüm âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun buyurmuştur. Hamd öyle kutsi bir vazifedir ki müminler, sadece dünyada değil ahirette ve cennette dahi Allah’ın mükafatını gördüklerinde Allahu Taala’ya hamd ederler. Hamd, Allahu Taala’yı ehil olduğu vasıflarla vasıflandırma, ehil olduğu övgülerle övmektir. Hamd, Allah’ın sayısız nimetlerine karşı sayısızca şükretmektir. Hamd etmeyen, nimetleri Allah’tan bilmeyen, Allah’ı hakkıyla övmeyen bir kul zalimdir, nankördür ve çokça cahildir. Bir insan sana bir iyilik yaptığı zaman onu unutamazsın; o iyilik ne kadar büyükse, o derecede senin de ona karşı saygın, teşekkürün ve değerin büyüktür. Düşünsene, seni yokluk aleminden varlık alemine getiren, seni bütün canlılar arasında akıl sahibi kılan, dil vererek kendini ifade eden, her şeyden önemlisi ve her şeyi yaratan, her şeyin sahibi olan her şeye kadir olan yüce Allah seni muhatap almıştır; seni yeryüzünde halife kılmıştır. Yeryüzünü ve gökyüzünü, yeryüzünün içindeki bütün denizleri, bütün balıkları, bütün canlıları, bütün servetleri, bütün hazineleri senin emrine vermiştir. Gökyüzündeki güneşi, ayı ve yıldızları senin hizmetine koymuştur. İlim, hikmet, irfanı sana vererek meleklerden dahi üstün kılmıştır. Şayet tüm bu nimetlere karşı sen hala da Allah’a şükür etmiyorsan, hala da Allah’ını tanımıyorsan, Rabbine hamdu senalar etmiyorsan, o zaman sen fıtratından ayrılmışsın, müstakim yollardan ayrılmışsın, hilafet görevinden ayrılmışsın, Allah’ın sana vermiş olduğu emanete ihanet etmişsin. Onun içindir ki yüce Allah Fatiha’yı bütün namazlarda, namazın her rekatında farz kılınmıştır ki bir kul her gün en az beş vakit Allah’ına hamd etsin, karşı şükretsin ve Allah’ın ona vermiş olduğu görevi yerine getirsin. Namaz kılmayan, Allah’a karşı rükû ve secde etmeyen bir kul, Allah’a karşı hamd edememiştir. Namaz kılmayan bir Müslüman, mümin olamamıştır. Rabbine karşı kulluk görevini asla yerine getirmemiştir.
Sübhanallah demek, yüce Allah’ı tazim etmektir. Yüce Allah’ı bütün şerlerden, bütün eksiklerden, müşriklerin şirk koştuğu bütün ortaklardan tenzih etmektir. Vallahi tespih etmek, bir kulun Allah’a karşı ruhla ve secdelerde kulluk görevinin hakkıyla ifa etmesidir. Onun için Rabbimiz yüce Allah’ı tazim ederek tespih et; başka bir ayette, yüce Allah’ı tespih ederek bütün eksiklerden tenzih et, buyurmuştur. Bir yerde azim olan Allah’ı tespih et, buyurmuş, bir yerde ise “Ala yüce olan Allah’ı tespih et” buyurmuştur. Tesbihler meleklerin zikirleridir, tesbihler evrenin zikirleridir, tespihler kaynatın içindeki olan tüm zerreler, görünen ve görünmeyen bütün alemin zikridir. Bir mümin bazen melekleşir; belirli müddet namaz kılarak, kıyamda tilavet ve dua, secdede tesbihat ve zikir, rükuda Allah’ı tazim ve tesbih, tehiyyatta Allah’ı yüceltmek, peygambere ve aline salat ve selam vermek, dua etmek vardır.
Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, bu hadiste namazın nur olduğunu vurgulamışlardır. Namazı nurlandıran elbetteki Kur’an-ı Kerim’dir. Namazı nurlandıran, namazın içindeki tesbihatlar, içindeki tekbirler ve namazdaki dualardır. Namaz nurdur, müminin kalbini nurlandırır, onu günahlardan arındırır ve yolunu aydınlatır. Namaz nurdur, kıyamet gününde namaza doğru attığı her adım onun için nurdur. Geceleri sabah namazına camiye doğru attığı her adım tüm izleri onun için nur olacaktır. Geceleyin kalkıp Rabbine namaz kılması, abdest alması, dua etmesi, Kur’an okuması onun için nurdur. Müminin kıldığı bütün sünnetler ve farzlar, kabirini aydınlatır, Sirat Köprüsü’nde onu onurlandırır, mahşerde mizanda yolunu aydınlatır. Bu dünyada namazı olmayanın kabirde ve ahirette nuru asla olamaz, aydınlıktan ve nurdan mahrum kalır. Allah Resulü, şule bürünmüş bir beden içinde baş ise, kul için namazın önemi o derecede büyüktür. Namazı kuşuyla kılan bir mümin, Allah’ın huzurunda ve Miraç’ta olduğu muhakkaktır. Bu yüzden Allah, Müminun Suresi’nde şöyle buyurmuştur: "O müminler ki namazlarında huşu içindedirler."
Hadisin dördüncü maddesinde, Allah Resulü sadaka vermenin burhan olduğunu belirtmiştir. Elbette bir mümin, Allah yolunda zekatını ve sadakalarını verirse, onun verdiği zekatlar ve sadakalar kıyamet gününde onun için bir delil olur. Şayet bir mümin hakkıyla sadaka verirse, kıyamet gününde o sadakaların gölgesinde gölgelenecek, verdiği sadakalar onun için ücret, delil ve mümin olduğunun göstergesi olacaktır. Bu nedenle, yüce Allah: "Canınız ve malınızla Allah yolunda cihat edin," buyurmuştur. Bir mümin mutlaka Allah yolunda infak etmeli, cimri davranmamalıdır. "Ben Müslümanım," diyen bir mümin, Allah’ın ona vermiş olduğu maldan bir kısmını sadaka olarak vermeli, zekatını tam olarak vermelidir ki bu yüce mertebeye ulaşabilsin.
Hadisin beşinci maddesinde sabır, ziyadır ve aydınlıktır. Bir mümin herhangi bir ibadet üzerinde sabır göstermeli, sebat etmeli ve devam etmelidir. Bu şekilde sabır, onun için büyük dereceler kazandırır. Sabırsız bir mümin, ne hamdi, ne tesbihatı, ne duaları, ne namazlarıyla huzur ve emniyet bulabilir. Sabır, sonsuz bir mükafatı kazandırır. Allah (cc), bir ayetinde şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki sabreden müminler, hesapsız mükafatlandırılacaklardır." Sabrın karşılığı o kadar büyüktür ki, hiçbir matematik hesabı ona karşılayamaz. Bugün İsrail’e karşı cihat eden müminler halk kitleleri, sabır ve metanetle günümüze kadar direnmişlerdir. Sabırları olmasaydı, ilk haftada vatanlarını terk edip kaçacaklardı. Ancak, gazetedeki mücahitler ve halk, sabır neticesinde büyük bir zafer kazanacaklarına gönülden inanıyorlar. Her halükarda sabır, en büyük ibadettir. Çünkü sabır gösterilmeden hiçbir ibadete devam edilemez.
Hadisin altıncı maddesinde ise Kur’an’dan söz ediliyor. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: "Kur’an ya senin için bir huccet ya da senin aleyhinde bir huccettir." Şayet onunla amel edersen, onu okur, emir ve nehiylerine bağlı kalırsan, Kur’an senin için bir hüccet olur. Ancak, Kur’an’ı terk edersen, onunla amel etmezsen, emir ve yasaklarına göre hareket etmezsen, arkanı Kur’an’a çevirirsen, bazı kâfirlerin ve ateistlerin yaptığı gibi Kur’an’ı inkar edersen, işte bu Kur’an kıyamet gününde senin hasmın, düşmanın ve aleyhinde olan bir huccet olur.
Hadisin sonunda sevgili Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuşlardır: "Her insan sabahları kalkar, çaba gösterir, çalışır, hayatı boyunca bir şeyler yapmaya gayret eder. Sonuç itibarıyla öldüğünde ya kendini cehennemden azat eder, başta gerçek bir imanı elde ederek sarsılmayan güçlü bir imana sahip olur ve ardından salih ameller işleyerek, hakikati tebliğ ederek, Hakk’ı üstün tutarak, iyiliği emredip kötülükten nehyederek ve sabrı tavsiye ederek cehennem ateşinden, kıyamet dehşetinden kurtulur ve Allah’ın cennetine girer. Ya da imandan çıkarak, salih amelden uzaklaşarak, iyiliğe karşı çıkarak, hayatı boyunca kötülüğü ve münkeratı işleyerek cennetten uzaklaşır ve cehenneme atılır."