Tarih boyunca insanlar, dünya hayatlarında birilerini örnek almış, rehber edinmiş, taklit etmişlerdir. Bu örnek alınan kişiler, hayatın belirli alanlarında ve belirli seviyelerde ilham kaynağı olabilirler.
Kimileri ilimde, kimileri askeri alanda, kimileri ahlaki değerlerde veya siyasette örneklik teşkil etmiş olabilir. Ancak, hayatın her alanında, her safhasında örnek olacak, tertemiz bir hayat süren, sözleriyle ve davranışlarıyla model olacak insanlar yalnızca peygamberler olmuştur.
Ne var ki önceki peygamberlerin hayatları tam anlamıyla kayıt altına alınmamıştır. Kur’an’ın anlattıkları ve Peygamberimizin hadislerinin ışığında öğrendiklerimiz dışında onların hayatları hakkında detaylı bilgiye sahip değiliz. Ancak Allah Resûlü’nün (s.a.v.) örnek şahsiyeti, hayatı (sîreti) ve ahlakı tüm yönleriyle detaylı bir şekilde kayıt altına alınmış, siyer kitapları vasıtasıyla bize aktarılmıştır.
Resûlullah (s.a.v.) bir peygamber olarak, bir öğretmen olarak, bir komutan, bir baba, bir devlet başkanı, güvenilir bir tüccar, takva sahibi bir abid, adil bir idareci, iyi bir komşu, akrabalık bağlarını gözeten bir yakını, örnek bir ahlak timsali olarak hayatın her alanında bizim önderimiz ve örneğimizdir.
Peygamberimizin hayatını bize detaylı şekilde anlatan Kur’an ayetleri, sahih hadisler ve siyer kitapları sayesinde onun örnekliğini öğreniyor, öğretiyor ve yaymaya çalışıyoruz. Gelin hep birlikte onun nasıl bir öğretmen olduğunu, öğrettikleriyle insanlığa nasıl örnek olduğunu birlikte görelim.
Kur’an-ı Kerim, onun öğretmenliğini açıkça ortaya koyar. Cuma Suresi'nde Yüce Allah şöyle buyurur:
“Ümmîlere kendi içlerinden, onlara âyetlerini okuyacak, onları arındıracak, onlara kitabı ve hikmeti öğretecek bir elçi gönderen O’dur. Oysa onlar daha önce apaçık bir sapkınlık içindeydiler. Henüz kendilerine katılmamış bulunan daha başkalarına da (elçi gönderilmiştir). O üstündür, her işi hikmetlidir. Bu Allah’ın lütfudur, onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.”
(Cuma Suresi, 2-3-4)
Bir gün Allah Resûlü (s.a.v.) mescide girdiğinde sahabe iki halka oluşturmuştu. Bir grup Kur’an okuyup dua etmekte, diğeri ise ilim öğrenip öğretmekteydi. Peygamberimiz şöyle buyurdu:
“Her ikisi de hayır üzeredir. Ancak ben bir muallim olarak gönderildim,” diyerek ilim halkasına katıldı.
Bu davranışıyla ilmin ve eğitimin ne kadar önemli olduğunu bizzat yaşayarak göstermiştir. Hadisleriyle, sîretiyle, davranışları ve duruşuyla sahabesine, ümmetine ve tüm insanlığa öğretmenlik yapmıştır. Ümmi bir toplumu kısa sürede okuyan, anlayan ve öğreten medeni bir toplum haline getirmiştir. Çünkü ona gelen ilk emir “Oku” emri olmuştur.
Peygamberimizin öğretmenliğini ashabından biri şöyle anlatır: Sahih-i Müslim’de Hakem es-Sülemi (r.a.) şöyle rivayet eder:
“Bir gün Peygamber’le birlikte namaz kılıyordum, yanımdaki adam öksürünce, ben de 'Allah sana rahmet etsin' dedim. İnsanlar bana baktı, ben de 'Yazıklar olsun size, neden bana bakıyorsunuz?' dedim be namazda konuştum, insanlar beni susturmaya çalıştılar. Namaz bitince Allah Resûlü ne bana kızdı, ne kovdu, ne de azarladı. Sadece şöyle dedi: ‘Namazda insanların konuşmaları caiz değildir. Namazda sadece Allah’a hamd, tekbir ve Kur’an okunur.’”
Bu tavır, onun nasıl bir öğretmen olduğunu, merhametle ve hikmetle nasıl terbiye ettiğini açıkça göstermektedir. Onun öğretmenliği sadece Araplara değil, tüm insanlığa ve tüm çağlara örnektir.
Ahzâb Suresi'nde ise şöyle buyrulmuştur:
"Andolsun, Allah’ı ve âhiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça ananlar için Allah’ın Resûlünde güzel bir örnek vardır."
(Ahzâb, 21)
Ashab-ı Kiram icma etmiştir ki, Peygamber Efendimizin hayatı en güzel hayattır. Ahlakı en yüce ahlaktır. Yaşantısı sadeydi; ama bir güneş gibi parıldardı. Soyu, nesebi en şerefli soydandı. Akrabayı gözetir, darda kalanlara yardım eder, miskinleri gözetir, sabırlı, merhametli ve yumuşak huyluydu. Kendi nefsi için asla intikam almaz, ama hak ve hukuk konusunda asla taviz vermezdi. Allah’a çokça şükreder, evrenin sırlarını tefekkür ederdi. Az sözle çok mana ifade ederdi. Sahabeyle yeri geldiğinde şakalaşır, yeri geldiğinde ciddi olurdu. Allah’ın korumasına tam bir güveni vardı. Yiğitler çarpışırken o daima en öndeydi. Zor anlarda sebat gösterirdi. Her zaman güler yüzlü, mütevazıydı ama aynı zamanda heybet sahibiydi.
Meclisinde oturan sahabeler sanki başlarında kuş varmış gibi edeple otururdu. Kimse kimsenin sözünü kesmezdi. Dedikoduya asla izin verilmezdi. İnsanlara hikmet ve hüküm öğretirdi. Cennete davet eder, dünyanın geçici zevklerine hiç önem vermezdi. Kerpiç evlerde yaşar, maddi sıkıntılar çekerdi. Arkasında saraylar, servetler değil; yalnızca ilim ve irfan bıraktı.
İnsanlık ona medyundur. Ona tabi olan kurtuluşa erer. Onu tanımayan ve onun yolunda yürümeyenler ise iki cihanda hüsrana uğrarlar. Her insan az da olsa onun getirdiği güzel ahlaktan bir nasip almıştır.
Bir filozof şöyle demiştir:
"Ey Muhammed! Senin çağında yaşayamadığım için kendimi çok şanssız hissediyorum."
Rum kralı Hirakl şöyle demiştir:
"Bir gün Muhammed’e yetişsem, onun ayaklarına su dökerdim."
Bir diğeri şöyle demiştir:
"Şayet yeryüzüne Muhammed gelmemiş olsaydı, insanlık namına hiçbir şey kalmazdı. İnsanlar birbirini yer bitirirdi."
Allah (c.c.), onun getirdiği dini üstün kılmıştır. Onun getirdiği hükümler bütün çağlara ve insanlara hitap eder. Onun ilkelerine uyan, hayatını ona göre düzenleyen kimse hem dünyada hem ahirette saadete kavuşacaktır. Selam ve dua ile…