Hevsel Bahçeleri ve Dicle Nehri Vadisi kültürel bir bellektir. Halkın ortak yaşam alanıdır. Binlerce canlı türünün barınağıdır. Korunmalı ve yaşatılmalıdır ve elbette bu yönlü çalışmalar hak sahiplerinin hakları korunarak yapılmalıdır.

Yıllardır On Gözlü Köprü civarındaki mekanlarda oturup vakit geçirmedim. Nedenini de hemen yazayım: Çok kalabalık ve çok gürültülü. Kalabalık neyse de açık havada gürültü nasıl olur? Şöyle: Yıllar önce bir akşam, şehir dışından bir grup eş dost, On Gözlü Köprü'nün üzerinden karşıya geçmiş, oturacak bir taht bularak kurulmuştuk. Çayı demlikten kendimiz doldurup içmiş, ortadaki sehpaya teklifsiz konulan çerezlerden atıştırmıştık.

Çaya, çayın fiyatına, çerezlerin kalitesizliğine bir sözümüz yoktu. Fakat hem oturduğumuz mekandan hem karşıdan gelen müzik sesi iki kelam etmeye müsaade etmiyordu. "Müziği biraz kısar mısınız?" ricasının bir anlamının olmadığını fark etmemiz uzun sürmedi. Oturduğumuz mekanın işletmecileri müziğin sesini kısmak arzusunda değildi. Nehrin iki yanındaki mekanlar, müziğin sesini sonuna kadar açmak ve bütün vadiyi inletmek için birbirleriyle yarışıyorlardı adeta. Halbuki biz, nehrin sesini dinleyerek iki lafın belini kırmak, hasret gidermek istiyorduk. Gürültülü bir mekanda eğlenmek istiyor olsaydık, şehrin içinde gereğinden fazla vardı. Biz serin bir yaz gecesinin, nehrin, kuşların ve birbirimizin sesini duymak için gelmiştik Dicle'nin kıyısına. Fakat gürültülü manzara tam bir hezimetti

Kalkıp gitmiştik ve bir daha köprü civarındaki kafelere uğramadım.

*

Yakın zamanda On Gözlü Köprü'ye bir çekim için gittim. Araç trafiği korkunçtu. Köprü üstündeki insan kalabalığı da öyle. Mekan işletmecileri ise işi biraz daha ilerletmişler, çiğ köfteciden hediyelik eşya satıcısına kadar, sergi mahiyetinde epey ek mekanlar konumlanmıştı.

İşim bitince, kelimenin gerçek anlamıyla, kaçtım On Gözlü Köprü muhitinden.

Ben kaçtım ama elbette gün boyunca binlerce insan gelip gitmeye, kafelerde vakit geçirmeye devam etti. Ve elbette biliyorum, kimsenin eğlenmek, dinlenmek, sosyalleşmek anlayışını, beğenisini sorgulamaya hiçbir hakkım yok.

Ama şu var: O kakafonik ortamda şehir ahalisine başka bir kültür anlayışı dayatılıyor. Bu dayatma, mekan sahiplerinin bilinçli bir tercihi olmayabilir. Mekan sahiplerinin yaşama biçimine de aykırı olduğunu düşündüğüm kültür, para kazanmak ve daha çok, daha çok para kazanmak hırsı nedeniyle, maalesef yerleşik hale gelmiş gibi görünüyor.

Zinhar para kazanmaya karşı olduğum düşünülmesin lütfen. Fakat para kazanmak hırsının kimi zaman insanın aklını bulandırdığı, gözlerini kör ettiği ve her şeyin mübah olduğu sanısına kapılmasına neden olduğu da cümlemizin malumudur.

İşte bu yüzden, son birkaç yıldır, Diyarbakır'da yaşayan insanlar nehrin kıyı şeridinde bulunan mekanlardan ayağını kesti. Bir demlik çay parası ödeyemeyecek binlerce insanın yaşadığı şehirde, insanları bir demlik çay içmeye mecbur bırakmanın insafla bir ilgisi yok.

*

On Gözlü Köprü ve Dicle Vadisi’ni tehdit eden esas sorun ise yiyecek içecek fiyatlarının yüksek olması ya da gürültü kirliliği değildir elbette. Esas sorun nehre dolgu yapılması, atıklarla kirletilmesi. Ve bu kirlilik meselesi pervasız bir şekilde devam ediyor ne yazık ki.

Salı günü Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Emrullah Gördük tarafından yapılan yazılı açıklama da buna işaret ediyor: "Aldığımız tüm önlemlere rağmen hemen hemen her gün kaçak ve gizli yollarla Hevsel Bahçeleri’ne ve Dicle Nehri kıyısına moloz taşınmakta ve adım adım beton duvarlar yükselmektedir. İnsan eliyle yürütülen bu yıkım, bölgenin ekosistemini bozmakta; balıklar, kuşlar dahil canlı türlerini azaltmaktadır. Kıyı şeridi tamamen moloz ve betonla doldurulmuştur. Yaratılan gürültü kirliliği ve bölgeyi ziyaret eden yerli, yabancı ziyaretçileri maddi ve manevi anlamda rahatsız edici boyutlara ulaşmıştır."

Gördük, yaptığı açıklamada, Hevsel Bahçeleri ile Dicle Vadisini korumak amacıyla Diyarbakır Valiliği başkanlığında bir komisyon kurulduğu bilgisini de paylaşıyor. 8 yıllık kayyım döneminde yapılan imar affıyla açılan mekanları işletenler de bu duyumun alınmasından sonra harekete geçtiler. Doğrusu haklarını savunurken sergiledikleri tutum, pervasızlıklarının yeni bir örneği niteliğindeydi. Valilik ya da Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nün adını anmadan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ni hedef aldılar.

"Asıl Kürt biziz" diyen bir işletmecinin şu sözleri dikkat çekiciydi: "Bizler hukukla adım atmış, Hazreti Ömer’in adaletiyle topluma yaklaşmış bir aileyiz. Bunlar ateizmi ve LGBT’yi ön plana almışlar. Bunlar, Hazreti Muhammed’e dil uzatıyorlar. UNESCO bölgesine girdiğini iddia ettiğiniz caminin kaldırılması için Avrupa’dan gelenlere talepte bulunmuşsunuz. Allah’ın evinin kaldırılmasını istiyorsunuz. Bizim kutsal olan camilerimizi kaldırmaya çalışıyorsunuz. Siz Kürt halkını nasıl temsil ediyorsunuz? Namusuna, örfüne ve dinine bağlı olan bu halkı nereye çekmeye çalışıyorsunuz?"

Komisyonda yer alan diğer kurumları es geçip belediyeye din üzerinden yüklenen işletmecinin konuyu çekmek istediği mecra ayrıştırıcı, ötekileştirici ve kışkırtıcı. Mal canın yongasıdır, amenna. Ama işte, yukarıda sözünü ettiğimiz para kazanmak hırsıyla kör olma hali de budur. Mekanını din üzerinden koruma altına almak çabasının elle tutulur bir yanı yok. Kayyımın gelir gelmez Kırklar Dağı'na kondurduğu cami ile kimsenin bir alıp veremediği de yok. Din üzerinden bir hassasiyet oluşturma gayreti ise tehlikelidir. Kolluğun gücünü ve vazifesini üstlenip fuhuşla mücadele ettiğini ileri sürmek ise, en hafif tabirle, abesle iştigaldir.

Ezcümle, Hevsel Bahçeleri ve Dicle Nehri Vadisi kültürel bir bellektir. Halkın ortak yaşam alanıdır. Binlerce canlı türünün barınağıdır. Korunmalı ve yaşatılmalıdır ve elbette bu yönlü çalışmalar hak sahiplerinin hakları korunarak yapılmalıdır.

Bütün şehir bu süreci takip etmelidir. Yoksa bir şehri koruyamamak ayıbından herkes payına düşeni alacak.