Öncelikle, Kur’an-ı Kerim’in iniş amacı; insanlık toplumunu inşa etmek, onu zarardan, tehlikeden ve bozulmadan korumaktır.

Kur’an’ın gayesi, her zaman salih bir nesil ve yeni bir toplumu inşa etmektir. Kur’an, indiği günden bu yana tazeliğini, güzelliğini ve yüceliğini korumaktadır. Eğer biz Müslümanlar olarak Kur’an’ın bu güzelliklerini, ilkelerini ve ahlakını öğrenip hayatımızda uygulasaydık, elbette bugün içinde bulunduğumuz durumda olmazdık. Tefrikaya düşmezdik; aramızda fitne ve fesat yayanlar egemen olamazdı.

Şüphesiz, bugün ümmeti yöneten, hüküm ve otoriteyi ellerinde bulunduran pek çok idareci, ümmetin maslahatını değil, kendi menfaatini düşünmektedir. Toplumun yararını değil, kendi çıkarlarını gözetmektedirler. Halkın geleceğini değil, kendi istikballerini önemsemektedirler. Kur’an’dan habersiz, Kur’an’dan uzak bir hayat sürmektedirler. Kur’an-ı Kerim bir vadideyken, onlar başka bir vadide yaşamaktadır.

Kur’an’ın bize bıraktığı üstün vasıflar vardır. Bu vasıflar, Mü’min Suresi’nin birinci ayetinden dokuzuncu ayetine kadar açıklanmıştır. Âlimler, bu vasıflara “can kurtaran simitler” adını vermiştir. Kur’an-ı Kerim, bu vasıfları şöyle ifade eder:
“Şüphesiz ki mü’minler kurtuluşa ermişlerdir. Onlar namazlarında huşu içindedirler.”
Mü’minler, Allah’ın yüceliğini ve büyüklüğünü kalplerinde derin bir saygıyla taklit ederek değil, tazim ederek yüceltirler.

İman, bu vasıfların başında gelir. En önemli ve kurtarıcı özelliktir. Başında iman olmayan herhangi bir davranış, amel ya da söz; boşa gider. İmana dayanmayan bir ibadet, başarı, çalışma ve hatta Allah yolunda cihat bile geçersizdir. İman ile birlikte ihlas gerekir. İhlâsı olmayan bir Müslümanın amellerinin ve sözlerinin ne kendisine ne de başkalarına faydası olur.

İman, Allah’ın insanın kalbine yerleştirdiği bir nurdur. Bu nur, kalbe sevinç, huzur ve sükûnet verir. Mü’min bu nura sahip olduğunda basiret ve feraset sahibi olur. Bakarken Allah’ın nuruyla bakar; teşekkür ederken, dinlerken, konuşurken ve adım atarken Allah’ın razı olacağı şekilde hareket eder.

Kim Allah’ı Rab olarak kabul eder ve bu halden razı olursa; kim İslam’ı din olarak seçer, onunla amel eder ve razı olursa; kim de Hz. Muhammed’i Allah’ın elçisi olarak kabul eder, onu sever ve bu hâlden memnun olursa, işte o kişi imanın tadını almış ve uzun bir mesafe katetmiş demektir.

Bu münasebetle Peygamber Efendimizin meşhur olan *Cibril Hadisi*’ni nakletmek istiyorum:

Cebrail (a.s.), Hz. Peygamber’in de bulunduğu bir sahabe topluluğuna insan suretinde gelmiş ve iman, İslam, ihsan ile kıyamet alâmetlerine dair bazı sorular sorarak cevaplarını almıştır. Cebrail’in sorular sorup cevapları tasdik etmesiyle oluşan bu olaya “Cibril Hadisi” denir.

Abdullah b. Ömer’in, babası Hz. Ömer’den rivayet ettiği bu hadis şöyledir:

> “Bir gün Resûlullah (s.a.s.)’in yanında oturuyorduk. Ansızın, elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah bir adam çıkageldi. Üzerinde yolculuk belirtisi yoktu ve onu hiçbirimiz tanımıyorduk. Peygamber Efendimizin yanına oturdu, dizlerini onun dizlerine dayadı, ellerini uyluklarının üzerine koydu ve:
>
> – ‘Ey Muhammed! Bana İslam’ın ne olduğunu söyle.’ dedi.
>
> Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
> – ‘İslam; Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna şehadet etmendir. Namazı dosdoğru kılman, zekât vermen, Ramazan orucunu tutman ve gücün yeterse hacca gitmendir.’
>
> Adam, ‘Doğru söyledin.’ dedi. Babam Hz. Ömer şöyle dedi: ‘Hem soruyor hem de tasdik ediyordu, bu durum bizi şaşırttı.’
>
> Ardından şöyle dedi:
> – ‘Bana imanı anlat.’
>
> Peygamberimiz buyurdu:
> – ‘Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve kadere –hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna– inanmandır.’
>
> Adam yine ‘Doğru söyledin.’ dedi.
>
> – ‘Peki, bana ihsanı anlat.’
>
> Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:
> – ‘Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen O’nu görmesen de, O seni görmektedir.’
>
> – ‘Kıyamet ne zaman kopacak?’ diye sordu.
>
> Resûlullah buyurdu:
> – ‘Bu konuda sorulan da soran kadar bilgi sahibidir.’
>
> – ‘O halde alametlerinden haber ver.’ dedi.
>
> Peygamberimiz:
> – ‘Câriyenin kendi efendisini doğurması ve yalın ayak, çıplak, yoksul çobanların bina yapmada birbirleriyle yarıştıklarını görmendir.’ buyurdu.
>
> Sonra o adam çekip gitti. Bir süre bekledik. Resûlullah (s.a.s.) bana:
> – ‘Ey Ömer! O soru soranın kim olduğunu biliyor musun?’ diye sordu.
>
> Ben, ‘Allah ve Resûlü daha iyi bilir.’ dedim.
>
> – ‘O, Cebrail’di. Size dininizi öğretmeye gelmişti.’ buyurdu.”
> (Buhârî, Îmân 1; Müslim, Îmân 1)