35 yıldır gazetecilik yapıyorum. Van’da başladım, Şanlıurfa ve Diyarbakır’da, devam ettim. Hürriyet’te, Sabah’ta, Anadolu Ajansı’nda ve bölgesel gazete de muhabirlikten bölge müdürlüğüne, genel yayın yönetmenliğinden editörlüğe kadar mesleğin her kademesinde görev aldım.
Yıllarca haber peşinde koştum. Çoğu zaman çatışmaların, kanlı olayların ortasında, çoğu zaman da uyuşturucu operasyonlarının, siyasi çekişmelerin göbeğinde… Kalemim hep siyaseti, güvenliği, bölgenin sert gündemini yazdı. Çok ender yazdığım bir şey vardı: Aşk... Aşkı, sevdaları, çiçekleri, böcekleri kalemime çok az konu ettim. Bazen gazeteci arkadaşlarla oturup sohbet ederken şaka yollu şöyle deriz:
‘Nasıl olsa günün birinde bu işi hakkıyla yapan herkesi tutuklayacaklar. Bari biz de siyaset yazmayı bırakalım, aşk yazalım, böcek yazalım, sevgililerimizi yazalım. Dua edelim, geçmişi yazalım.’ İşte bu yazı biraz o espriden doğdu.
35 yıllık meslek hayatımda bir elin parmakları kadar kalemimi politikadan ayırıp, sevdaya, aşka, kalbe değdirmek istedim. Çünkü insan ne kadar sert olayların içinde yaşarsa yaşasın, kalbinin bir köşesinde hep aşk için yer vardır.
Aşk; hayatın bütün telaşlarına, yorgunluklarına ve karmaşasına rağmen insanı ayakta tutan bir şeydir.
Siz hiç kalbinizin göğsünüzden fırlayacak gibi attığı bir an yaşadınız mı?
Bir bakışla içinizin titrediğini, zamanın durduğunu hissettiniz mi?
Eğer hissettiyseniz, bilin ki o tarifsiz duyguya herkes gibi siz de dokundunuz. Kimimiz için aşk, ilk bakışta göz göze gelmektir. Kimimiz için yıllar sonra yeniden kavuşulan bir yüz, hiç eskimeyen bir tebessümdür. Peki sizinki hangisi?
Aşk bazen bir söze, bazen bir gülüşe, bazen de sessizce uzatılan bir ele gizlenir. Ama şunu unutmayın; sevda, aşkın sabırla yoğrulmuş hâlidir. Aşk, gönlü tutuşturan kıvılcım ise, sevda o ateşi ömür boyu kor gibi taşıyabilmektir. Sevda da fedakarlık vardır. Birini bütün kusurlarıyla sevebilmek, fırtınalarda bile yanında durabilmek…
Siz hiç sevdalınız için uykusuz kaldınız mı?
Onun bir gülüşü için kendi derdinizi unuttuğunuz oldu mu?
İşte sevda budur.
Bir sabah pencerenizden dışarı baktınız mı hiç?
Gökyüzünün ağır ağır aydınlanışına tanık oldunuz mu?
Aşk da böyledir; önce ürkek bir kıvılcımla başlar, sonra bütün hayatı aydınlatır. Ya da bir gül düşünün… Önce tohum düşer toprağa, sabırla bekler, kök salar. Sonra bir gün sessizce tomurcuklanır. O anı görenin kalbi sevinçle dolar.
Peki sizin gönlünüzde hiç böylesine filizlenen bir çiçek oldu mu?
Sevdayı en güzel anlatan şeylerden biri de yolculuktur. Uzun bir yolculukta yanınızdaki insanla paylaştığınız bir bardak çayın tadını düşünün… Ya da aynı yağmurun altında birlikte ıslanmayı… Sizce bu küçük anlar mı değerli, yoksa gidilen yol mu? Aslında sevda, yolun kendisidir; kiminle yürüdüğünüz her şeyden daha kıymetlidir.
Bugün modern çağın hızlı yaşamında aşkı küçültüyoruz, basitleştiriyoruz. Mesajlarla, fotoğraflarla ölçüyoruz. Oysa aşk, bundan çok daha fazlasıdır. İnsan, sevdiğinin adını duyunca çocuk gibi heyecanlanıyorsa, onu beklerken zamanın nasıl geçtiğini unutuyorsa, işte orada hakiki bir sevda vardır.
Siz en son ne zaman böyle heyecanlandınız?
Sevda aynı zamanda insana ahlak öğretir. Sevdiğini incitmemek için susmayı, onun mutluluğu için kendi nefsini dizginlemeyi öğretir. Kimi zaman fedakârlık yapmayı, kimi zaman sabırla beklemeyi… Belki de aşk, insan olmanın en samimi imtihanıdır.
Ve unutmayın; ister gençlik yıllarının deli dolu heyecanıyla yaşansın, ister yılların ardından yeniden kavuşulan bir sevda olsun… Aşk, insanı insana en çok yaklaştıran, hayatı anlamlı kılan en büyük sırdır. Şairin dediği gibi; ‘Aşk insana, insan da aşka emanet.’