Dinle beni İstanbul, dinle isyanımı,

İşte yüzüne söylüyorum,  

Öfkemi, sana olan kırgınlığımı.

Sen değil misin sokaklarında beni ağlatan? 

Sen değil misin yüreğimi dağlatan?  

Az infaz etmedin duygularımı, 

Az üşütmedin soğuk gecelerinde,                    

Az çile çektirmedin bana.  

Fatih’te, Eminönü’nde, Taksim’de, az umutsuz bırakmadın. 

Unutmadım köhne otel odalarını,   

Unutmadım çirkefliğini,   

Unutmadım rezilliğini,  

Kabusla az bölmedin uykularımı.  

Ve sen hiç duymadın çığlıklarımı. 

Senden hesap sormak için,                                

Kendime ant içtim, çoktan yemin ettim.     

Söz verdim kendime.                 

Ben her gece ağlarken,   

Sıla hasreti çekerken sen acıdın mı bana?          

Benim gibi ezilene,                                 

Sırtını dönen benim babam mıydı?       

Hasret şarkılarına bile hasret bıraktın. 

Az güçsüz bırakmadın,    

Teselli mi oldun bana?    

Umut mu, ekmek mi?    

Alın terimi hırsızlara yem ettin,            

Can pazarında beni bana unutturdun.

Gençliğimi aldın benden,

Saçımı sakalımı ağarttın,                                      

Kırkımda çöktürdün beni.                 

Sayende aynalara bakmaya korktum,         

Galata Kule’n gibi ayakta duramadım,      

Yıkıldım günden güne.                      

Ruhum çürüdü sahipsiz teknelerin gibi,        

Söyle İstanbul, söyle    

Sılama dönecek güç mü bıraktın bende?    

Yoksa yüz mü?  

Neden hiçbir soruma cevabın yok?

Neden yüzüme bakmaya gücün yok?

Çünkü haksızsın,

Çünkü ben şimdi; bir meclisin istenmeyen, davetsiz,

Bir misafiri gibiyim gözünde.

Beni beklemiyordun, değil mi?      

Sis perdeleri kalktı üzerimden,

Artık güneş doğdu umutlarıma,  

Seni utandırmaya hazırım artık.      

Gücüm, kuvvetim de yerinde, 

İşte geldim avuçlarını pişmanlığınla doldurmaya,    

İşte karşındayım keskin bir kılıç gibi.

Bana borcun var İstanbul     

Sen bu gün bana borcunu vereceksin.  

Haklı ve de alacaklıyım senden.    

Sen unutsan da ben unuttum sanma,

İnsan hiç alacağını unutur mu?        

Sana öyle bir racon keseceğim ki,  

Bütün dünya duyacak.   

Senden nefret edecek.         

Görkemli binaların, türkü barların, köprülerin,  

Tramvayların, metroların, 

Bilmem kaç yıldızlı otellerin,

Resimlerde kalakalsın,

Pavyon kapılarında asılı duran posterli,

Neon ışıklar altında, insanı bir bakışıyla sarhoş eden, 

Süslü ve yalancı, dilbaz kadınların gibi.  

Özrün yetersiz acılarıma İstanbul, özrün yetersiz, 

Benim zalim oluşum senin eserin.

Sen istedin böyle acımasız olmamı.    

Bilemezdin tabii bir gün, 

Gün gelecek senden hesap soracağımı..   

Ve senin silahınla seni vuracağımı.

Ben her zaman, bu gün için yaşadım.   

Sana olan kinimi kendime kalkan yaptım,

Yaptım da bu güne geldim. 

Gücün yetiyorsa şimdi burada tekrar yık beni…

Yıkta göreyim…

Haydi şimdi bana tekrar kaldır elini,   

Kaldır da kırayım…

Kırmazsam namerdim ulannn!  

Söyle koca şehir, söyle gücün var mı?    

Zengini rezil etmeye? 

Susma!

Dilini mi yuttun? 

Kanında var senin,    

Taşını, toprağını altın bilip,  

Bir lokma ekmek için sana gelenleri,

Seni sevenleri, bin pişman etmek. 

Felekte senden yana,  

Zulmün eziyetin kar kalır sana.

Kimine beddua olup çıktın,  

Dünyamı başıma yıktığın gibi, 

Kiminin evini başına yıktın,   

Kimine kurşunlar sıktın,

Attın bir kenara faili meçhul hanene gömdün.

Ben herkes değilim İstanbul…  

Sabrettim, direndim geçen zamana,

Umutsuz olmadım asla, 

Bir zamanlar bana çektirdiğin acıları  

Bende sana tattırmak için yaşadım.

Yıllarca sen güldün artık yeter.     

Eğer bende babamın oğluysam,   

Bu gün alacağımı sende bırakmam,

Hem de burnundan fitil fitil getirerek.  

Eğer bende Surkentli’ysem, 

Eğer bende Şeyhmus Demir’sem, 

Sen gözyaşı dökerken,   

Bende gözlerinin içine baka baka; 

Gururla kahkahalar atacağım. 

Sana kalmayacak İstanbul,   

Sözüm söz sana kalmayacak…