Yeryüzü; hepimizin evi. Üzerinde milyonlarca canlı türüyle birlikte yaşadığımız, nefes aldığımız, beslendiğimiz, güldüğümüz, büyüdüğümüz ortak yuvamız.
Fakat bu güzel gezegen son yıllarda hiç olmadığı kadar derin bir çığlık atıyor. Küresel ısınma, artık sadece bilim insanlarının raporlarında geçen bir terim değil; sokakta, balkonda, doğada, elimizi uzattığımız her yerde kendini hissettiriyor. Ve bu değişim yalnızca biz insanlar için değil, bizimle aynı gökyüzünü paylaşan tüm canlılar için ağır sonuçlar doğuruyor.
Geçtiğimiz yıllarda hava sıcaklıkları mevsim normallerinin çok üzerine çıktı. Bu yıl ise Türkiye'nin dört bir yanında termometreler adeta patladı. Gölgede 40 dereceler sıradanlaştı, asfaltta yumurta pişirecek sıcaklıklar şaka olmaktan çıktı. Bu kavurucu sıcaklıkların ortasında biz insanlar klimalarımıza, serin içeceklerimize sığınıyoruz. Peki ya kediler, köpekler, kuşlar, kirpiler, sincaplar, binlerce canlı nereye sığınıyor?
Şehirlerde yaşamak zorunda kalan bu canlar, doğaları gereği su kaynaklarını kendi başlarına bulmaya çalışıyor. Ancak ne yazık ki her geçen yıl biraz daha kuruyan doğa, onların elinden yaşamlarını sürdürebilecekleri o hayati kaynağı suyu alıp götürüyor. Susuz kalan bir kuşun çaresizce gölge arayışı, bir sokak köpeğinin kaldırımlarda dili dışarıda dolanışı, bizlere aslında sessiz birer yardım çığlığı değil midir?
Türkiye, geçtiğimiz günlerde iklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik bazı yasal düzenlemeleri Meclisten geçirdi. Bu adım elbette umut verici. Ancak unutulmamalı ki yasalar yalnızca kağıt üzerinde kaldığında, bir değişim yaratamaz. Gerçek değişim, bireylerin vicdanında ve davranışlarında başlar. Çünkü bu gezegeni sadece insanlar inşa etmedi ve insanlar da bu gezegenin tek sahibi değil.
Belki de hiçbirimize zor gelmeyecek küçük bir hareket, başka bir canlının yaşamla ölüm arasındaki çizgisini değiştirebilir: Kapımızın önüne bir kap su bırakmak.
Evet, sadece bu kadar basit. Bir kase su. Bir balkona, pencere kenarına, apartman girişine bırakılmış içinde birkaç damla umut taşıyan bir kap su. Susuzluktan çatlayan bir gagayı serinletecek, bir kediye yeniden güç verecek, bir köpeğin canını kurtaracak kadar değerli. Unutmayalım, onların söyleyemediklerini biz anlayabiliriz. Onların dilleri yok belki ama bakışlarında bir dünya var: Şefkat arayan, merhamet isteyen bir dünya...
Artık her birey, iklim krizinin etkileri ile yüzleşmek zorunda. Ve bu yüzleşme sadece kendi konforumuzu değil, birlikte yaşadığımız diğer canlıların yaşam hakkını da kapsamalı. Kuşlar, kediler, köpekler, böcekler, sincaplar... Hepsi bizden bir destek eli bekliyor. Kimisi gökyüzünde süzülen bir dost, kimisi bir park köşesinde yalnız başına dolaşan bir can.
Gelin bu yaz bir fark yaratalım. Herkes kapısına, balkonuna, camının önüne bir kap su koysun. Çocuklarımıza yalnızca oyuncak almayı değil, bir cana nasıl sahip çıkılacağını da öğretelim. Yaşlılara, yalnızlara, sessizlere kulak verelim. Herkesin evinde bir kap su ve bir kap mama olsun. Çünkü bu sadece bir iyilik değil; bir sorumluluk.
Bu yaz sıcaktan şikâyet ederken bir kez daha düşünelim: Bizim şikayet ettiğimiz sıcaklık, onlar için ölümcül olabilir. Bizim klimamız var, onların gölgesi bile yok. Bizim şişemizden içtiğimiz su, onların ulaşamadığı bir mucize. Ve işte tam da bu yüzden, bir kase su, bu dünyadaki en kıymetli hediyeye dönüşebilir: Yaşama.
Bu dünyayı paylaştığımız tüm canlara, biraz su, biraz sevgi, biraz vicdan borçluyuz. Unutmayalım bir tabak su: Hayatın ta kendisi olacaktır.
Sevgiyle kalın.