Sabah uyandığınızda aldığınız ilk nefesin, gün boyunca yediğiniz her lokmanın, içtiğiniz her yudum suyun ardında sessiz kahramanlar var; bitkiler.
Çoğu zaman onların farkına bile varmıyoruz ama hayatımızın her anında, her solukta onlar var. Bir belgesel izledikten sonra bu yazı yazmaya karar verdim ve yaptığım araştırmalar sırasında öylesine ilginç sonuçlara rastladım ki, kimi yerde şaşkınlıkla not aldım, kimi yerde ise kaygıyla durup düşündüm. Çünkü bitkiler yalnızca doğanın süsü değil; geleceğimizin sigortası…
Bilim insanları bugün dünyada yaklaşık 390 bin bitki türü tanımlamış durumda ve her yıl yüzlercesi daha keşfediliyor. Çiçekli bitkiler, yosunlar, eğrelti otları, kozalaklılar… Her biri ekosistemin ayrı bir dişlisi.
Van’da büyüyen biri olarak, çocukluğumun geçtiği mahalledeki gümüşi söğüt ağaçlarını, bahar gelince Van Gölü kıyısında açan mor menekşeleri hala unutamam. Onların gölgesinde oynadığımız oyunlar, aslında fark ettirmeden nefes almayı ve doğaya saygıyı öğretiyordu.
Yıllar sonra doğduğum şehre Diyarbakır’a taşındığımda, UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan HevselBahçeleri’nin binlerce yıllık geçmişi olan bereketli toprağı ile tanıştım.
Dicle’nin kıyısında sessizce uzanan o bahçeler, Mezopotamya’nın kalbinde bitkilerin insanla kurduğu kadim ilişkiyi fısıldıyor. Bu toprakların yüzlerce endemik bitkiye ev sahipliği yaptığını öğrendiğimde içimde hem gurur, hem de sorumluluk duygusu uyandı.
Gazetecilikte çoğu zaman siyaset, ekonomi, gündelik tartışmalar arasında kayboluruz. Ama bu konu üzerinde çalışırken kendimi, yıllardır peşinden koştuğum haberlerin ötesinde bir dünyayı keşfederken buldum. Belki de 35 yıllık meslek hayatımda en çok bu araştırma bana ‘gelecek’ kelimesinin gerçek anlamını hatırlattı.
Ama bu zenginlik hızla daralıyor. Son 250 yılda 600’e yakın bitki türü tamamen yok oldu. İklim krizi, ormansızlaşma, kentleşme ve kontrolsüz tarım bu sessiz kayboluşun başlıca nedenleri.
Türkiye'de de durum farklı değil. Munzur Dağlarındaki endemik türlerin ve Van Gölü çevresindeki nadir bitkilerin kaybolma riski her geçen yıl artıyor. Küçük gibi görünen bu kayıplar, aslında büyük bir zincirin kırılmasına yol açıyor.
GÖRÜNMEZ İLETİŞİM VE İNSAN İÇİN DEĞERİ
Araştırmamın beni en çok şaşırtan bölümü, bitkilerin birbirleriyle kurduğu görünmez iletişim oldu. Yer altındaki kök mantar ağları sayesinde ağaçlar birbirine besin gönderip tehlikeleri haber verebiliyor.
‘WoodWide Web’ adı verilen bu ağ, ormanın sinir sistemi gibi çalışıyor. Bazı bitkilerin yapraklarından yaydıkları kokularla komşularını uyarıyor. Akasya, yapraklarını yiyen bir zürafa yaklaştığında diğer ağaçlara sinyal göndererek savunma mekanizmasını başlatıyor.
Bitkiler elbetteki yalnızca oksijen üretmez. Gıdamızın, ilacımızın, giysimizin kaynağıdır. Aspirin söğüt kabuğundan, kinin kınakınadan, birçok kanser ilacı tropik orman bitkilerinden elde edilir. Şehir parklarının insan ruhuna iyi gelmesi de tesadüf değil; yeşilin verdiği huzur bilimsel olarak kanıtlanmış bir terapidir.
Bir bitki türünün yok olması, sadece o bitkiyi değil, ona bağlı böcekleri, kuşları, memelileri ve nihayet insanı etkiler. Arıların azalmasıyla tozlaşmanın düşmesi, gıda krizine giden zincirin en bilinen örneği. Küçük bir kayıp, tüm ekosistemi sarsabilir.
Bugün atacağımız küçük bir adım, yarının nefesini garanti altına alabilir. Yerel bitkilere sahip çıkmak, ağaçlandırma çalışmalarına katılmak, belediyelerin kent parklarını koruması ve endemik türlerin yaşadığı alanların sit ilan edilmesi geleceğimiz için kritik önemde. Bitkiler sadece oksijen değil; geleceğimizdir. Onları korumak, aslında kendimizi korumaktır.
Sevgiyle kalın.