Küresel ekonomi, son 20 yıldır ciddi bir kabuk değişiminden geçiyor. Kimi tarihçiler ve ekonomistler, toplumlar için bu değişimin sanayi devriminden sonraki en büyük dönüşüm olduğu görüşünde.

İnternet, dijitalleşme, otomasyon, yapay zeka derken, insanlık tarihindeki eşi benzeri görülmemiş bu yıkıcı değişimi tek bir ömre sığdırdık. Bunun ne kadar iyi ya da kötü bir şey olduğunu ise, belki ancak birkaç nesil sonra anlamak mümkün olacak.

Teknolojideki bu devrimsel gelişmeler, elbette küresel ticaretten finansa, diplomasiden kültür-sanat’a, her alanda etki yaratıyor.

Çocukluğunda Berlin Duvarı’nın yıkılması, SSCB’nin dağılması, internetin (worldwide web-www) icadı gibi tarihin önemli dönemeçlerine denk gelmiş ben yaşta insanlar için Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” tezi sonu “tamamen kabul edilebilir” olmasa da, pek çok açıdan ikna ediciydi.

Aram Ekin Duran-2

Oysa aradan geçen 30 yıl sonunda, Fukuyama’nın savunduğunun aksine batı liberal demokrasisi her geçen gün güç kaybederken, Çin 400 yıl sonra tekrar tarih sahnesinde başrolü almaya hazırlanıyor.

Çin, 16 ve 17. yüzyıllarda Hindistan ile birlikte dünyanın en büyük iki ekonomik gücünden biriydi. Ancak bilindiği üzere, coğrafi keşifler ile birlikte İpek ve Baharat yolunun önemini yitirmesi, batıda hızla gelişen denizcilik, silah ve finans teknolojileri – hele ki Amerika’nın keşfinden sonra- sömürgecilik, Çin’in dünya ticaretindeki gücünü ve hegemonyasını sona erdirmişti.

Fakat şimdi ‘tarih tekerrürden ibarettir’ sözünü haklı çıkarırcasına, Çin’in dünya ekonomisine yeniden yön vereceği günlere yaklaşıyoruz. 2024 sonunda dünya ticaret hacmi yaklaşık 50 trilyon dolar seviyesine ulaşırken, en büyük payı 6,2 trilyon dolar ile Çin ve ardından 5,4 trilyon dolar ile ABD aldı. Bu iki ülke toplamda dünya ticaretinin dörtte birine yakınını oluşturdu.

Geçtiğimiz ay bir konferans nedeniyle gidip görme fırsatı bulduğum Çin, özellikle güneydoğusunda bulunan ve dünya ticaretinin merkezi haline gelen uluslararası limanlara sahip kentleri ile göz dolduruyor.

Yalnızca kendi sınırları içerisinde değil; Çin’in Güney Amerika’dan Akdeniz’e, Afrika’dan Sri Lanka’ya kadar dünyanın hemen her yerinde 115 liman bulunduğunu da ekleyelim. 1,5 milyara yaklaşan nüfusu ile Çin, “sosyalist piyasa ekonomisi” denilebilecek karma bir sistemden yüzünün akıyla çıkmış görünüyor.

Çin artık tüm dünya için adeta bir “arzu nesnesi”…

ABD merkezli AidData araştırma şirketinin yayınladığı ve 100'den fazla ülkede 30 binden fazla projeden elde edilen verilere göre Çin, batılı şirketlerin en önemli finansal kaynaklarından biri konumuna gelmiş durumda.

Araştırmaya göre Çin, 2013’ten bugüne Afrika'daki yollar, Güney Amerika'daki limanlar ve Orta Asya'daki demiryolları için gelişmekte olan ülkelere bir trilyon dolardan fazla kredi ödedi. Çin’in yarattığı finansmanın en büyük alıcısı ise 200 milyar dolar kredi sağlayan ABD’li şirketler oldu.

Çin, küresel kapitalist sistemi şirketler üzerinden finanse etmekle kalmıyor, her geçen gün teknoloji üretimi konusunda da ilerliyor. 11 Kasım’da DeustcheWelle’de (DW) yer alan bir habere göre Çin, bilimde yalnızca ABD'yi yakalamakla kalmıyor, birçok alanda önüne geçmek üzere.

Haberde yer alan "Ulusal Bilimler Akademisi Yayınları" (Proceedings of theNational Academy of Sciences) dergisinde yer alan çalışmaya göre, 2023 yılında Çinli bilim insanları ABD'li meslektaşlarıyla yürüttükleri ortak araştırmaların yarıya yakınında liderliği ele geçirdi.

Altı milyon araştırma makalesi üzerinde yapılan analiz, ABD-Çin ortak çalışmalarında liderliğin yüzde 45'inin Çinli araştırmacılarda olduğunu ortaya koydu. Bu oran 2010'da yüzde 30'du. Bu eğilim sürerse Çin’in yapay zeka (YZ), yarı iletkenler ve malzeme bilimi gibi stratejik alanlarda 2027-2028 yıllarında ABD'yle eşit seviyeye ulaşması bekleniyor.

Uzun yıllardır Çin’deki tek parti yönetimine dayalı sosyalist rejimi şeffaf olmadığı, ifade özgürlüğünü engellediği, insan haklarına saygı göstermediği için suçlayan ve küresel karar alma mekanizmalarından uzak tutmaya çalışan batı liberal demokrasileri, bugün artık giderek zayıflayan ve Çin karşısında argüman üretmekte zorlanan yapılara dönüşüyor.

Çin, bu devasa ülkeyi yöneten Çin Komünist Partisi’nin meşhur “5 Yıllık Kalkınma Planları” ile son 40 yılda dünyaya ‘ucuz ve kalitesiz ürün’ satmaktan, teknoloji ihraç eden, küresel ticareti yöneten bir küresel güç halini aldı.

Üstelik Çin artık dünyaya sadece mal ve hizmet ihraç etmiyor. Kendi otoriter rejimi de artık Çin’in ihraç ürünlerinden biri, belki de en önemlisi.

Bugün Trump ABD’sinden Putin’in gölgesinde debelenen Avrupalı liderlere varana dek, batılı liberal demokrasiler İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan düzeni yavaş yavaş terk etmeye hazırlanıyorlar.

Hal böyleyken, asıl soru şu:

Gökyüzünde süzülen bu dev ejderha, yakın gelecekte dünyayı yönetmek için küresel kapitalist sistemin değirmenine su taşımaya devam mı edecek, yoksa elde ettiği gücü küresel bir barış ve refah sisteminin kurulması için mi kullanacak?

Umarım ömrümüz, bu sorunun yanıtını öğrenmeye yeter.