Söze nerden nasıl başlanır bilemiyorum. Şu zamana kadar yazmış olduğum yazılarımdan yazılması en güç olan ve anlatılması en zor olan yazımı yazacağım.Yazacağım her cümlenin arasında sıkışıp kalacağım.Yazarken bir kez daha yaşayacağım.

Bildiğiniz üzere hepimiz çok zor süreçlerden geçiyoruz. Bu süreçte birçok tanıdığımızı, eşimizi, dostumuzu, ailemizi kaybettik. Birinin acısı hepimizin acısı oldu. Hiç tanımadığımız insanların acısını yüreğimizin içinde hissettik.

Deprem anında Gaziantep’teydim. Yurtta kalıyordum. O kabus dolu anda herkes gibi bizde oda arkadaşımla neye uğradığımızı şaşırır vaziyette, bir anda kendimizi yorgan altında çaresizce birbirimize sarılırken bulduk. Herkes gibi bizde can havliyle, üzerimizde ne varsa terliklerle dışarıya attık kendimizi. Dışarısı mahşer alanı gibiydi. Kızların bağırmaları, haykırışları, ağlayışları… Herkes ailesi için endişeleniyordu. Herkes telefonuna sarılıp bir umut sevdiklerine ulaşmanın, haber almanın telaşı içerisindeydi. Kimileri aileleri ile konuşup içini, gönlünü ferahlattı. Kimi ise henüz ailesine ulaşamamanın endişesi içerisindeydi. Korkulu gözlerle hepimiz birbirimize bakıyorduk. Aslında çareyi birbirimizde arıyorduk. Herkes birbirini teselli ediyordu. Elimizden yapacak başka hiç bir şey gelmiyordu. Yanımızda ailemiz yoktu. Hepimiz aslında tek başınaydı.Birbirimize sarıldık, merhem olmaya çalıştık. Birbirimize aile, kardeş olduk. Elimizde 1 ekmeğimiz varsa bölüşerek yedik. Yorganın altında birbirimize sarılarak çaresizce bekledik. Her an bir telefon çalıyor ve bir arkadaşımıza kötü haber geliyordu. Onun acısını en derinimizde hissettik. O gün telefonların titremesinden korkar olduk.

Biz o gün, birbirimizin yaralarını sararak yalnız olmadığımızı hissettirerek iyileştik. Birbirimize sarılarak ısındık. Daha öncesinde hoşlanmadığımız biriyle ekmeğimizi bölüşürken anladık aslında şu hayatta ne kadar gereksiz amaçlarımızın bulunduğunu, kalp kırmanın ne kadar ağır olduğunu. Hiç tanımadığımız, belki de sokakta gördüğümüzde ön yargıyla yaklaşacağımız insanlarla aynı ortamda uyumak mecburiyetinde kalınca anladık kimsenin kimseden bir farkı olmadığını. Evet, o günü atlatmak çok zor belki de yıllarca üzerimizden etkilerini atamayacağız. Birçoğumuz o gün hiçbir öğretim kurumlarında verilmeyecek olan, hayat dersini aldı. Dakikaların hatta saniyelerin bir ömre bedel olduğunu gördük. Hayatla mücadele etmeyi, aldığımız nefesin en büyük hazinemiz olduğunu öğrendik. Çocukların gözleri o yaşlarında dehşeti gördü. “Sen sus! Nerden bilirsin sen, büyüklerin işlerine karışma“ diyerek azarladığımız çocuklarımız o yaşlarında bizim öğrenmediğimiz, görmediğimiz, ders edemediğimiz felaketleri görüp ders edindiler. O küçücük omuzlarına dağlar kadar yük yüklendi. Herkes yanındakine bakıp haline şükretmeyi öğrendi. Kamp için, tatil için kullandığımız çadırların hayatta kalmak için de kullanıldığını gördük.

Hayatında konteyner görmemiş, konteynırın nasıl olduğunu dahi bilmeyen insanlar konteyner arayışına kapıldılar. İnsanları o tip yerlerde kaldıkları için yargılayan, hor görenler oralarda kalıp sağ oldukları için şükrettiler. Görebilene, gerçekten görmek isteyene hiçbir kitapta yazmayan, hiçbir kurumda verilmeyen ders verildi. Kefen buldukları için sevinen, dua eden insanları gördükçe ne kadar boş zevkler içerisinde olduğumuzu anladık. Bu süreçte birbirimize destek olup birlikte iyileşeceğiz. Bir kişinin bile yüzünde tebessüm oluşturmak, bir nebze dahi olsa içini ferahlatmak bizim için tarif edilemez bir duygu.

Depremzede aynı zamanda birkaç ay sonra YKS’ye girecek olan bir öğrencinin mentörlüğünü yapıyorum. Aslında tek mentörlük yapan ben değilim. O da bana hiçbir yerden edinemeyeceğim hayat dersini veriyor. Onunla her konuşmamızda hayat denilen şu yolda yepyeni bir tecrübe edinip yeni bir şey öğreniyorum. Birlikte yaralarımızı sarıp enkazın altından birlikte kalkacağız. Rabbim tüm ölenlerinin mekanını cennet eylesin. Kalanlarına sabır, dayanma gücü versin. Şu an bu yazıyı okuyan her yaş grubundaki insana sesleniyorum: “Hala nefes alıyorsak hiçbir şey için geç değil. Lütfen, aynı yanlışlar aynı sonuçları doğurur. İnsanları yargılamayı, hor görmeyi, yardım eli uzatmamayı, bencilce yaklaşmayı ve en önemlisi kalp kırmayı bir kenara bırakalım artık.”

O gün, kimsenin kimseden üstün olmadığını sosyal statülerin, ırk ayrımlarının, din, mezhep ayrımlarının hiçbir anlam ifade etmediğini gördük. Maalesef ki milyonlar verip lüks ev alan da 1 oda 1 salonda yaşayan da moloz yığının altında çaresizce kalakaldı. Hepimiz aynı şartlar altında, aynı koşulda tek bir yorganla ısınmaya çalıştık. Aynı çatı altında birbirlerinden bu kadar uzak olan insanların hepsinin aslında tek bir gayesi vardı: “ Hayatta kalabilmek…”

Yakınlarını kaybedenler dahi acılarını unutmak zorunda kalıp hayatta kalmaya çalıştılar. Bir haberde okumuştum. Bir anne deprem anında çocukları arasında seçim yapmak durumunda kalıyor. Ne kadar acı. Bu kadar acımasız ve kolay ölünen bir dünyada hiçbir şeyi ertelemeyelim. Çocuklarımızı içten içe sevmeyelim mesela. Çok duymuşsunuzdur. “Seviyorum ama sevgimi yeteri kadar gösteremiyorum.” Hayır, o sevgimizi gösterelim. O sevgiyi çocuğumuza hissettirelim. Onların buna ihtiyacı var, içten içe sevilmeye değil. Hayat çok güzel; yaşamak, sevdiklerinle bir arada olmak çok güzel. Bu güzelliklerden kendimizi de sevdiklerimizi de mahrum etmeyelim. Pişmanlıklarımızla değil iyikilerimiz ile yaşayalım…