Hayatın rutini kişiyi sadece durdurmuyor, onu basbayağı geriletiyordu.İlerlemeye şartlanmış biri olarak bu sonucu yaş ilerledikçe kabullenemiyordu. Bir şeyler yapmalıyım derken, kendi rutinini değiştirme avantajına sahip olduğunu fark etti.

Çünkü hekimlik mesleği, doğal olarak rutine en uzak mesleklerden biriydi. İnsan sağlığını gerdiren onca neden varken meslek rutininin de duramıyor, yeniliklere ihtiyaç duyuyordu. Ama yeniliklerin de riskleri vardı. Mesleki yenilikler günümüzde daha çok ticarileşmek, çok ticarileşmekte mesleğine daha çok yabancılaşmaktı. Sonuçta bir tıpta uzmanlık kursundan kitap setini alarak çalışmaya başlamıştı.

Belki rutini aşmak için uzman olmak istemişti.

Belki de hizmet sunduğu kişilerin ‘Ne doktorusun?’baskısından kurtulmak için ders çalışmaya başlıyordu.

Nöbetler yoğun olmasına rağmen sıkıca ders çalışıyordu. Nöbeti devraldığı meslektaşı kızıl saçlı iş arkadaşı Suna, onu bir çocuğunun dersini takip eden bir anne gibi kontrol ediyordu. Kütüphane de ders çalışmaya ara vermiş işyerine, onu kontrole gelmişti.

“Biyokimyayı bitirdin mi?”

“İkinci sınıfa, dersleri kendine has şakalarıyla anlatan öğrenci babası hocama, ilk yemek boykotuna, ilk fişlemelere, ilk platoniklere takıldım, kaldım.”

“Anılarından boşan Rıza. Bir ömür boyu pratisyen hekim olarak ambulans sedyesi peşinde koşmak istemiyorsan çok çalışacaksın!”

“Birilerinin de ambulans peşinde koşması lazım, sedye taşıması lazım, halkla temas etmesi lazım.”

“Sen halkla temasını bozmayıp dayak yemeye devam edeceksen ders çalışmayı bırak o zaman.”

Her hekim artık dayak yeme adaydır diyecekti ki, vazgeçti. Aslında on dört yıl sonra, onlarca meslektaşı gibi onca toplum hekimliği mücadelesisonrasında uzmanlık sınavına çalışmak ona oldukça zor geliyordu. Eleştirdiği, sınavlara girmekten imtina ettiği sisteme geri dönmenin ağırlığı altında, benzer durumdaki arkadaşları gibi eziliyordu.

“Biz fakülteden doktor olarak mezun olduk. Mecburi hizmette çalışmadığım branş kalmadı. Bizi kim niye doktor olarak kabul etmiyor?”

“Daha dün nöbette sana sedye taşıttıranlara ‘doktorum’ dediğinde ‘ne doktorusun’ sorusuna lal kaldın, cevap veremedin ama.”

“O tür sorulara artık ne cevap vereceğimi bilmiyorum! Zaten uzmanlık sınavını düşünmemin nedeni bu kimlik mobingidir. Pratisyen hekimliği savunamadık. Halk bize sahip çıkmadı. Aile hekimliği ile tarihe karışacak.”

“Gücün kuvvetin varsa sedye taşımaya, apartman katlarında hasta sırtlamaya devam et. Ya da acillerde yıpranmaya devam et. Tabii ki bürokrasiye, ya da siyasete geçip hekimliği unutma gibi bir tercihin de var. Ben diyorum ki uzman ol ve mesleğinde kal!”

Suna’nın nasihat ve emir karışımı müdahalelerinden sonra, nöbet ertesinde yığınca sınav hazırlama kitabıyla eve gitti. Eşinin onu kapıda kitaplarla karşılamasından mutlu olduğu anlaşılıyordu.

“Uzun zamandır birlikte dışarıda kahve içmiyoruz.”

Belki evde kahve ile oyalanmak istemiyordu. Zamanı iyi kullanmalıydı.

“Evet ben iyi kahve yapan bir yer biliyorum. Biraz dumanlıdır, ama oranın kahvesine değer.”

Aracıyla bildiği nargileciye uğradı. Park sorununu hallettikten sonra birlikte nargile dumanı kapalı mekana girdiler. Kafe sahibi, kendini Devran diye tanıtan, gerçek adını bilmediği genç adam onlara hızlıca yaklaştı. Ellerini sıktı. Durmadı onu sıkıca kucakladı. Bu samimiyete bir anlam verememişti. Kendisini bir adım geri çekti.

“Abi günlerdir seni arıyorum?” demesiyle şaşkınlığı daha da arttı.

“Beni niye arıyorsun? Seninle ne işim olacak!”

Onlar oturunca Devran da oturdu. Çeşit çeşit nargile dumanına altında sipariş edilen közde pişirilen kahvelerini yudumluyorlardı.

“Abi seninle özel bir şey paylaşmak istiyorum” diyerek eşine baktı Devran.

“Benim eşimden saklı hiç bir şeyim yok. Ne söyleyeceksen yanında söyle.”

Genç adam gerildi. Yüzüne baktı

“Seni pratisyen hekimlikten kurtarıyorum abi!”

“Nasıl kurtarıyorsun?”

“Sen sadece otuz beş bin dolar ayıracaksın. Aslında kırk bin dolardı. Beş bin senin için indiriyorum. Yüksek bir para değil. Dolar bir buçuk lira altında. Elini çabuk tut. Hızla fırlayabilir!”

Bu genç adam hangi cesaretle bunu bu kadar rahat söylüyordu.Daha çok Suna gibi sınava çok çalışan, kendini paralayan binlerce meslektaşını düşündü.

“Bunu bana neden teklif ediyorsun?”

“Ben her yıl beş pratisyen hekimi uzmanlığa yerleştiriyorum. Dört kişi bulmuştum. Beşinci kişiyi arıyordum. Eğer kabul etmesen başkasını bulacağım.”

Demek ki ona sadece bir müşteri olarak bakıyordu. Olmasa başkasını bulacaktı. Kafası karmakarışıktı. Doğru olan bu şebekenin ortaya çıkarılmasıydı. İlk heyecanı geçmiş, kendine gelmişti.

“Nasıl yerleştiriyorsun?”

“Bunu sana asla söyleyemem. Sadece işin sonucu ikimizi ilgilendirir. Sen önce bana on bin vereceksin. Sınav sonuçları açıklanınca gerisini bana vereceksin. Fazla zamanın yok. Hemen karar vermelisin” diyerek yanından kalktı.

Aslında düğünden kalan otuz bin lirası vardı. Dolar hala lira karşısında uçmamıştı. Ama meslektaşlarıyla ördüğü bir tarihi vardı. Emeğin sahiplenme mücadelesi vardı. Fakültedeyken birinin yerine sınava girmesini istemişlerdi. Abisi “hakkıyla kazanmayan kişi mesleğini asla layıkıyla yerine getiremez.” diyerek bu işe şiddetle karşı çıkmış, vazgeçmişlerdi.

Eşi konu ile ilgili hiç konuşmuyor anlamlı gözlerle onu seyrediyordu. Durumu muhakkik etmek sanki ona kalmıştı. Tıp fakültelerine daha çok para kazanmak için tercih yapılan bir zamanı yaşıyordu. Zaten uzmanlıkta para kazanma halkasının bir parçasıydı. Kimlik bunalımı denilen aslında ekonomik bunalım ve geleceksizlikti. Hekim olmak, mesleki kimliğe göre çalışmak sağlık hakkına saygı duymak bir avuç idealistin işiydi.

“Sen bu konuda ne düşünüyorsun?”

“Etik olarak baksam ki senden şu anda öyle bir ruh halivar, kesinlikle karşı çıkarım. Ama benetikte değil senin yaşamınla ilgileniyorum. Kitaplar için bir sürü para verdin. Kursa yazılacaksın yine para vereceksin. Yani işin içinde hep para var. Ve onca çabadan sonra hala bir pratisyen hekimsin ve bir adım daha ileri gidemeyeceksin. Belki uzman kimliğinle bugüne kadar yaptıklarından daha fazlasını yapacaksın. Belkide değişeceksin ve eski yaptıklarını sadece birilerine kahramanlık hikayesi gibi anlatacaksın. Yada toptan imha edeceksin....”

Kadın durakladı. “kabul etmeyeceğini biliyorum. Ama bunları ortaya çıkarmaktan da vazgeç. Çünkü onlara tek başına hiçbir şey yapamazsın.”

Ertesi gün nöbette Suna’ya uğradı. Ona her şeyi anlattı.

“Hala ders çalışacak mısın Suna?” diye sordu.

“Evet , hatta daha çok çalışacağım. Artık senide görmeyeceğim. Çünkü kontenjan daha az. Sadece ders çalışanlarla yarışmayacağım. Birde parayla uzmanlık alanlarla yarışacağım. Artık sınav sonrası görüşürüz.”

“Ben ne yapmalıyım!”

“Sen o halkla temas edenlerin içinde kalmaya devam et. Çünkü size çok ihtiyacımız olacak!”

Belki o bir avuç hekimin içinde istediği gibi yer alamadı. Ama o bir avuç hekimin sayesinde hala mesleki kimlik ve sağlık hakkından söz edile biliniyordu. Hekimlik meselesi aslında toplum sağlığı meselesiydi.