Karantina yasakları tüm endişe ve belirsizlikleriyle devam ediyordu. Bir hekim olarak risk grubunun en önünde olsa da morali yüksekti. Çünkü ilk defa önemsendiğini hissediyordu.

Sokaklar bomboş sayılırdı. Bomboş olmamasın neden işe giden kendileri gibi özel kişilerdi. Sabah hazırlanmış, işe doğru yola koyulmuştu. Kadın meslektaşını da alacaktı.

İşe giderken, boş sokaklar da, polis ekibiyle karşılaşacaklar, hekim olduklarını beyan edecekler ve öylece özel insanlar gibi işe gideceklerdi. Belki de meslek hayatında ilk defa hekim olarak kendini ayrıcalıklı ve önemli hissediyordu.

Bu heyecanla kimliğini evde bıraktığını fark etti. Ancak geri dönmedi. Zira kimliğini unutsa da arkadaşı Selma vardı.

Boş sokaklarda bu duygular ve anılarla yol aldı. Hatırlıyordu, mesleğin toplumsal sorumluluğu daha öğrenciyken onu zorlamıştı. Öğrenciliğinde bugünkü gibi kamu ya da özel çok hastane yoktu. Üniversite hastanesine başvuran herkesle ilgilenmek zorundaydı.

“Halkına hizmet etmek  zorundasın!”

Oysa zor şartlar altında sınava hazırlanırken böyle bir anlaşma yapmamıştı. Sadece iyi bir puanla tıp fakültesine girmişti. Ama hekimlik mesleğinin toplumsal sorumluluğu gibi bir niteliği ve halka hizmet gibi bir görevi vardı.

Fizikken, ruhen ve sosyal olarak sağlığını koruyamayan, koruma şansı olamayanhalkından insanlar acılarını dindirmek ve tedavi olmak için doktora sarılıyordu.

Ve o da artık o doktorlardan biri olmaya aday birisiydi. 

Ve de o halkın bireyi gibi parasızlıktan aç ve yorgun kaldığı günlerden biriydi. Şehre gidecek bir otobüs bileti bile yoktu. Dersler bitince üst sınıflardan kalan, öğrenciliği boş zamanında hatırlayan, mesleğine ve halka karşı hiçbir sorumluluk hissetmeyen, ağa çocuğu Ramiz’in arabasına binip, kendini oldukça soğuk öğrenci evine atacak, kuru fasulyeyi ocağa koyacak, yorganın altına girecekti. 

Karakışın şiddetli olduğu günlerden biriydi. Soğuk havada Ramiz’in arabasına giderken birçok kişi tarağından durduruldu. Onu durduranlar kendi yöresinden, hizmet etmek zorunda olduğu halkından insanlardı.

‘“Gıyasettin kaza geçirdi!”

“Ne kazası?”

“Kafasını çarpmış. Şimdi komada. Onu sen kurtaracaksın!”

“Ölürse sen sorumlusun!”

Bu dilek ve temennilerle, zoraki olarak, onu nerdeyse el üstünde, havada beyin cerrahi kliniğine attılar. Cevap verme durumunu anlatma hakkı zaten yoktu. Şansına hocası ile görüşebilmişti. Hocası ona “İş kazası Arif. Buraya getirdiklerinde ext olmuştu. Resüsitasyonda nabız geri döndü. Ama Glaskow 3. Yaygın bir beyin kanaması var. Yapılacak hiç bir şey yok. Yoğun bakımda tıbbi ölümünü bekleyeceğiz” diyordu.

Ama o halkının insanlarına göre yapılacak çok şey vardı. Kurtarıcı oydu. Gıyasettin ölmeyecekti. Yaşamlarını kaderle ören bu insanlar, başlarına gelen her şeyi susarak, kaderle karşılayanlar, iş hastaneye ve doktorla karşılaşmaya gelince, o kaderi hemencecik bırakıyorlar, ölüye kendisi gibi suçlu arıyorlardı.

İşçi Gıyasettin zaten ölüydü. Sadece tıbben yaşatılıyordu. Ve yoğun bakımda bir süre kaldıktan sonra, monitörde düz çizgi alındıktan sonra ölümü açıklanacaktı. Yoğun bakım önünde beklerken konuşma fırsatı yakalıyordu.

“Yapmayın, etmeyin. Ben sadece bir cebinde parası olmayan, onu şehre götürecek zengin arkadaşını kaçıran sıradan bir öğrenciyim…”

Bu sözlerin hiç bir anlamı yoktu. Onlar için parasız ve aç olmasının da bir anlamı yoktu. Gıyasettin kurtulursa şehre yürüyerek gidecekti. Kurtulmasa onca hakaretle yine yürüyerek gidecekti.

Birkaç saat sonra Gıyasettin tıbben de öldü. Asistan tarafından durumu anlatılınca lince uğradı. Üstüne gelenler okumuş, mektepli kişilerdi. Kaçarak ellerinden zor kurtulmuştu. Artık soğuk havada şehre yürümek zorundaydı. Okumayanlar için o ‘herhangibirfalan kesin’ oğluydu. Hastayla Kürtçe konuştuğunda “ev Kurmanc e, doxtornîne!” diye alayla karşılanan, doktor olarak tanınmayan, ama yardım etmek zorunda olan biriydi.

Yinede onlara anadilinde sağlıkta ısrarcı, fakültede duyarlı, akademik mücadele içinde, düzen tarafındanbertaraf edilmesi gereken tehlikeli biriydi. Bu durumu da halkının insanları tarafından yadırganıyordu. Bir öğrenci eyleminde gözaltına alınırken de halkının insanları tarafından sertçe eleştirilmişti.

“Dersini çalış, hiçbir şeye bulaşma, okulunu bitir, doktor ol, halkın senden hizmet bekliyor!”

Arkadaşını böyle onca anısıyla birlikte alıyordu.

“Aracı sen kulan Selma… Evde kimliğimi bırakmışım.”

Selma direksiyona geçti. Boş sokaklardan geçerken nihayet bir polis aracıyla karşılaştılar. Selma kimliğini gösterdi. Kimliğe bakan polis

“İyi çalışmalar doktor bey” dedi.

Kimliği alıp hastaneye devam ettiler.

“Selma çok mutluyum. Karantina sayesinde kendimi ilk defa değe verilen biri hissediyorum.”

“Ben öyle hissetmiyorum. Farkında mısın bana doktor bey dedi. Kadın hekimlik kimliğim yine görülmedi.”

“Doğru ya sana doktor bey dedi. Sen yine de doktor kısmıyla idare et.”

Ve salgına yakalanma riskiyle yoğun bir güne başlıyorlardı.