Yine böyle bir Kasım ayında, zirvelerden esene sert rüzgara karşı hastaneye gelmişlerdi. O zaman orası hükümet konağından sonra, toprak damlı evlerin ortasında, kasabanın çatılı ve iki katlı tek binasıydı. Yine burası onlar için, büyük demir kapısında bekleyen hademelerinin,onları kendi dilleriyle karşıladığı ve dillerini bilmeyen doktorlara tercümanlık yaptıkları iki katlı sıcak bir sığınaktı.
O gün hastaneye gelmelerinin nedeni, kışa hazırlık için sobalık odun kesen abisini şiddetli göğüs ağrılarıyla birden bire, kesilmemiş odunların ortasına yığılı vermesiydi. Belli kigöğsü çok ağrıyordu. Köyün ak saçlı ninesinin bildik geleneksel ilaçları ağrısını dindiremiyordu. Köylerine makine yolu inşası devam ediyordu. Bu yüzden henüz hiçbir araç köylerine uğrayamamıştı. Bu yüzden abisini beyaz katıra bindirmişti. Ve öylece hastaneye doğru yola koyulmuşlardı.
O gün kasabada yas havası vardı. Gece boyu köylerinde bile duyulan yoğun silah seslerinin ardından kasabaya derin bir sessizlik çökmüştü. Belli ki o silah patlamaları sonrası yine insanlar ölmüştü. Katır sırtında kasaba asfaltına vardıklarında, muhtemelen geçen çatışmada ölenlerin cesetlerini taşıyan bir traktörle karşılaştılar. Ve onun peşine takılarak, öylece kasaba girişine vardılar.
Ve kasaba girişinde,o kontrol noktasında,görevlileri hastalığa ikna ederek, aldıkları özel izinle, caddeye, dükkanlara ve evlere çöken o derin yas etkisiyle hastaneye vardılar.
Onları kapıda her zamanki gibi hademe Hüseyin dayı karşıladı.
“Çabuk bana bir şeyler yapın, ölüyorum!” diyen abisinin feryatlarına,tüm hastane çalışanları sanki hazır ola geçmişti.
“Burada doktor yok mu!”diye bağırdı.
Aralarında beyaz önlüklü, zayıf orta boylu, kısa saçlı, kocaman gözlü bir genç kız “ben doktorum” dedi kendinden emin bir sesle.
İlk defa erkek olmayan bir doktorla karşılaşıyorlardı. Buna rağmen “Doktor nerede”diye bağırmıştı. Çünkü o genç kızın doktor olacağına inanmamıştı. Hüseyin dayı araya girmiş,
“Yeni mezun doktorumuz. Dilimizi de biliyor. Çok iyi bir doktordur” demişti.
Doktor hanım abisini büyük bir titizlikle muayene etti. Ağrıları yüzünden abisi tepki gösteremiyordu. Doktor dilinin altına bir hap yerleştirdi. Bazıiğneler yaptı. Burnuna ince bir hortumla hava verdi.
“Kalp krizi geçiriyor. Tedavisi için şehirdeki büyük hastaneye gitmesi lazım. Onu ambulansla ben götüreceğim. Ancak bunun için karakoldan izin almamız lazım. Bu ortamda inşallah izin alırız.”
Doktorun konuşması ikisinin de umudunu kırmıştı. Hastaneye sevk için doktorun kararının yetmeyeceğini iyi biliyorlardı.
Çünkü, bu çatışmalı ortamda karakol hiçbir şekilde izin vermeyecekti.
Çünkü, yollar güvenli değil diye sevk izni çıkmayacaktı.
Çünkü, yaşamak ve yaşatmak ikliminde yaşamıyorlardı.
Doktorun verdiği ilaçlar abisini kısmen rahatlatmıştı. Abisi, arada göreve götürülen genç doktorun gözlemi altında üç gün hastanede kaldı. Üç gün sonra, doktora dönerek“İzin çıkmayacak doktor hanım.Ben daha iyiyim. Köye, evime döneceğim” dedi abisi.
Doktor, bekle yol açılsın şehre gidersin diyemedi. Koca gözlerinden büyük bir çaresizlik okunuyordu.
“Adınız neydi doktor hanım.”
“Zekine!”
Ayrıldıkları gün lapa lapa kar yağıyordu. Beyaz katırın sırtında köylerine döndüler. Abisi baharı görmeden yaşamını yitirdi. Kasabaya birkaç defa gelsede, şimdi beton evler ortasında küçülmüş olan o hastaneyehiç uğramadı.
O hatıranın etkisi olsa gerek, çocuklarına değil de ilk torununa Zekine adını koydu. Yıllar sonra o hastaneye torunu Zekine ile,bu defa aşı için geliyordu. Eskiye göre oldukça yıpranmış binanın pansuman odasına girdi. Aşı yapacak hemşire yavaşça torunu Zekine’ye dokundu.
“Çocuğun ateşi var. Yukarı çık merdivenin yanındaki odada doktorOlcan Beye göster. Ben onu ararım.”
Oldukça yıpranmış mozaik merdivenlerden yavaşça çıkmaya başladılar. Üstten orta boylu kısa saçlı hafif dolgun, koca gözlü bir kadınla göz göze geldiler. Bir anda durdu. Kadın da durdu. Sonra kadın onu geçti.
“Zekinehanım!”
Kadın durdu. Onabaktı.
“Beni hatırladınız mı? Yıllar önce abimi getirmiştim. Kalp krizi geçirmişti.”
Kadın düşündü. Ona baktı.
“Evet hatırladım.”
Sizhala burada mı çalışıyorsunuz?”
“Hayır, bir arkadaşımı ziyaret bahanesiyle geldim. Burada asla unutamayacağım anılarım var. Bir tanesi de sizinle yaşadıklarımdı.”
“Bak bunun da adı Zekine.”
Doktor torununu kucağına aldı. Tekrar yukarı çıktı.
“Olcan,baksana sanki çocuğun ateşi var.”
Orta yaşlı kır saçlı doktor çocuğu alıp muayene etti.
“Ateşi çok yüksek değil. Aşı yapılsın ama ateş düşürücü de alsın” diyerek kağıda bir şeyler yazıp kendisine verdi.
“Olcan biliyormusun, yıllar önce kalp krizi geçiren bu adamın hastasını şehre sevk edememiştim. Güvenlik gerekçesiyle sevk izni çıkmamıştı. O gün ne kadar kötüydüm, bilemezsin!”
“İşte barış bunun için bize gerekli. Çatışmaların, gerilimlerin, savaşın olduğu bir yerde sağlık hizmetinden söz edilemez. Şimdi rahatça, izin almadan her hastayı sevk edebiliyoruz.”
“Ama şehirde başka sorunlar yaşıyorlar”dedi gülerek doktor hanım
“O daha başka bir mesele tabii ki!”
Doktor hanım o esnada kendi adını taşıyan torunu ile oynamaya başladı. Dikkatini çekti onunla anadiliZazacakonuşuyordu. Ancak torunu cevap veremiyordu.
“Maalesef anadilini bilmiyor doktor hanım. Bizim kültürümüzü, ezgilerimizi, hikayelerimizi de öğrenemiyor. Çatışmaların olmaması, barışın gelmesi, demokrasi olması çok güzeldir. Ama dilimizin yok oluşa gitmesi o kadar kötüdür doktor hanım.”
Torunu aşı olduktan sonra, doktor hanımla vedalaşmadan hastaneden hızlıca uzaklaştı. Doktor hanım abisini sormamıştı. Kendisi de öldüğünü söylememişti.
Şimdi asfaltlanan yoldan köy minibüsüyle eve döndü. Torununa ilaç içirdikten sonra televizyon başına geçti. Herkesin politikleştiği bir coğrafyada bir köylü olması, politik meselelerde onu şehirlilerden farklı kılmıyordu.
Televizyon yorumcuları çatışmasızlık sürecini değil, hala gerçekleşememiş barışı,felaketmiş gibi gösteriyordu. Belli ki sağlık onların umurunda değildi. Ve belli ki sevk edilemediği için ölen bir yakınları yoktu. Ve de belli ki torunlarının dillerini bilememesinin acısını yaşamamışlardı. Belki farkında değillerdi. Ama barışın karşısında savundukları, aslında torunu bilmiyor diye üzüldüğü dilin yasak olduğu ve asimilasyonun baskın olduğu eski sistemin ta kendisiydi.
O esnada hastaneden ayrılıp şehir yolunda seyreden doktor, belki onunla düşünce çakışması yaşıyordu. Ve en geriyi savunup, en küçük bir adıma karşı çıkmak nasıl bir düşüncenin yansımasıdır, nasıl bir davranış biçimidir,hangi sağlıksız bir toplumun yansımasıdır diye kendi kendine soruyordu.