Gerçek bir Diyarbekir Beyefendisiydi. Babası daha çocuk denecek yaştayken “memur olup da ne yapacaksın, halleri ortada” deyip ticarete yönlendirmişti kendisini. Kentin ticari alanında rüştünü ispat etmişti de, ama asıl hikâyesi başka!
Kendi ifadesiyle kendisinden yaşça büyük adı sanı kentle bilinen şahsiyetlerinin meclislerinde kantarla tartılan sözlerin / kelamın hasını süzerek belleğine yerleştiren bir cemiyet / cemaat adamı olmak. İşte buydu sanki meziyeti…
Ali Haydar ağabeyden söz ediyorum. Onbeş yıl kadar önce Abdullah Demirbaş’ın Sur belediye başkanı olduğu yıllarda benim bir metnimden yola çıkılarak oluşturulan “Kırklar Meclisi” ile yolumuz kesişmişti kendisiyle.
O kadar çok anlatacak şehre ve insanına dair hikâyesi vardı ki! Seri, atak ve dur / durak bilmez eda ile konuşmaya başlayınca, söz nereden başladı da buraya vardı ki diye şaşar kalırdınız.
Bir isim, bir mekân, bir olaydan bir cümle ile söz etmeniz, ardının Ali Haydar ağabeyle devamı için yeterliydi. Bir şehir hafızasıydı. Böyle bir hafızanın sadece konuşup küçük video kayıtlarla sınırlı kalmasına asla rıza gösteremezdim.
İşte bu sebeple; Surlu şehrin 2015-16’da sorgusuz-sualsiz taammüden kent kırımına uğratılmasından sonra ikna ettim kendisini. Yirmi civarında ilgili öğrenci ve öğretmenleriyle yine Suriçi’nin kadim bir mekânının başodasında toplandık. Ben sordum o konuşup anlattı. Gençler sordu o konuştu. Yaklaşık üç saat nasıl geçti kimseler anlayamadı. Sonra o muhabbet eksenli olarak defalarca eksik kalanları da sordum, söyledi.
İşte “Tozu Kalsın” kitabımdaki süzülmüş sözler onun sözleridir. İyi ki kitaba girsin diye konuşturmuşum Ali Haydar ağabeyi. Yoksa belleklerde tatlı bir anı olarak kalacaktı.
Ölümünden, bir gün sonra haberim oldu. Yasına gittim. Taziye mekanında hocadan ve cemaatten izin alıp bir kaç dakika onu anlatıp dedim ki; Hafıza meselesi önemlidir. Hele hele kadim şehirler için çok daha önemlidir. Şehirler hikâyelerini mekân ve insan üzerinden anlatır, geleceğe miras bırakır. İşte Ali Haydar abi böyle biriydi. İnsanı mekânın tam içinden; hikâyeleri, dostlukları, acı-tatlı yaşanmışlıkları ile anlatan biriydi.
Böyle adamlar kolay yetişmez. Onlar yitik zamanların Hikâye anlatıcılarıydı. Zaman değişince ne hikâye eski tadında kalıyor. Ne de mekân işlevini sürdürebiliyor. İşte o anlatıcılar da rolünü bihakkın oynayıp sahneyi yeni aktörlere bırakıp gidiyorlar.
Evet Ali Haydar Canlı (Çavlı) ağabeyimiz 1935’te kadim şehirde başladığı hayatının doksanıncı yılında 2025’te noktayı koydu, ruhu şad olsun. Tadımlık kabilinden “Tozu Kalsın”dan bir kaç parça ve onun anlatısı ile uğurlayayım istiyorum…
“Benim şöyle bir özelliğim vardı. Babamın yanında olduğum için hep benden büyük ve tahsilli insanlarla dostluk kurdum, arkadaş oldum. Onları dinledim, onlarla konuştum. Dünya görmüş, geçirmiş, ilim irfan sahibi insanlarla kalkıp oturdum…
“1914 yılında şehirde bir kıtlık hali yaşanmış. Cemilpaşa Ailesi depolarını açarak o yıl fakirlere buğday dağıtmış. Şöyle yapmışlar: Önce Ermeni’ye, Ezidi’ye, Yahudi’ye, Süryani’ye, Alevi’ye vermişler. Daha sonra da fakir Müslümanlara vermişler. Cemilpaşalar bunu niye böyle yaptıklarını şöyle anlatır:
‘Demesinler ki önce kendi Müslüman tebaalarına verdiler. Sonra dipte kalan harman artığını bize verdiler.’ Bakın ince düşünceye, anlayışa, görüşe, terbiyeye…
“Yıllar, yıllar geçti, tam kırk yıl sonra iki bin yılının başlarında Cemil Paşa Konağı Kent Müzesi’nin açılışında o zamanın Belediye Başkanı Gültan Kışanak Hanım da oradaydı. Sohbet sırasında Nejat Bey, “Ali Haydar sen 1968’de ben belediye başkanıydım. Sen belediye meclis üyesi iken bana hiç rahatlık vermezdin, hatırlar mısın? Bak bugün ben yaşlanmışım bastonla buradayım. Ama sen hep yanımdasın ve beni koruyorsun.”
Gültan Kışanak Hanım bana dönerek, “Ne yapıyordunuz ki Ali Haydar Bey” diye sorunca, dedim ki Gültan Hanım’a, “Ben sizin meclis üyeleriniz gibi değildim. Ben Diyarbekirliyim. Şehrin tek tek bütün sokaklarını isim isim bilirim. Hangi evde kim oturur, işi gücü, hali vakti nasıldır bilirdim. Hep dolaşırdım, nerde bir arıza, bir eksiklik varsa anında belediyede ilgili birime bildirirdim. Suyu akmıyorsa, kanal tıkalıysa, cadde sokak kirliyse, çöp alınmamışsa anında belediye başkanına takrir verirdim. Bunları niçin mi yapardım? Şunun için: Bizler niçin belediye meclis üyesi olmuşuz? Memlekete hizmet yapmak için. Meclis üyesi, başkanın
kendilerine getirdiği gündeme bakmaz. Çalışır, çabalar şehirde ne eksiklik varsa, hangi meslek grubundan gelmişse o mesleğin sorunlarını takip eder. Meclise, başkana götürür, çözüm üretir.”
İşte Ali Haydar abi buydu. Söz ustası ve kelam adamı bir hafızaydı. Şimdi o Melikahmet Caddesi üzerindeki dükkan melûl / mahzun kaldı. Bazı günler yolumu özellikle oradan geçirir ayak üzeri de olsa bir merhabayla iki kelam eder hâl hatır sorardık.
Gittiler işte demiştim ya bir kitabımda. Evet o da gitti işte! Kentin şeceresindeki bir yıldız daha kaydı. Hem de meteor yağmurunun en yoğun yaşandığı ve en net olarak göktaşlarının gözlemlenebildiği gecenin gününde…
Güle güle Ali Haydar Abi, toprağında rahat yatasın…