Yapay zekâ, artık hayatımızın sessiz bir ortağı oldu. Ödevlere yardım ediyor, oyunlarda rakip oluyor, videolarda ne izleyeceğimizi seçiyor.
Yetişkinler için hız ve kolaylık demek olan bu teknoloji, çocuklar söz konusu olduğunda aynı ölçüde masum mu? Ne yazık ki bu sorunun cevabı her geçen gün daha fazla kaygı veriyor.Yapay zekâ destekli uygulamalar, çocukların ilgisini mümkün olduğunca uzun süre ekranda tutmak için tasarlanıyor.
Kısa, hızlı ve ödüllendirici içerikler, odaklanma ve derin düşünme becerilerini zayıflatıyor. Bir kitabın sayfaları arasında kaybolmayı öğrenemeyen çocuk, birkaç saniyede tüketilen videolara alışıyor. Bu alışkanlık, sınıfta dinleme, problem çözme ve üretme becerilerini de beraberinde götürüyor. Yok ediyor…
Bir diğer sorun, hazır bilgiye bağımlılık. Yapay zekâ, sorulara anında cevap veriyor.
Öğrenmek, yalnızca doğru cevabı almak değildir. Yanlış yaparak, düşünerek ve çabalayarak ilerlemektir. Çocuk, ödevini kendi cümleleriyle yazmak yerine yapay zekânın sunduğu metni kopyaladığında, zihinsel kasları çalışmıyor.
Uzun vadede bu durum, özgüven kaybına ve ‘ben yapamam’ duygusunun yerleşmesine yol açabiliyor.
Yapay zeka, sosyal gelişimi de risk altına alıyor. Ekran karşısında geçirilen uzun saatler, yüz yüze iletişimi azaltıyor. Oysa çocukluk, paylaşmayı, sıra beklemeyi, empati kurmayı öğrenme zamanıdır. Yapay zekâ ile kurulan tek yönlü ilişki, duyguları anlamayı öğretmez. Ekran, gerçek hayattaki anlaşmazlıkları çözmeyi, beden dilini okumayı, sessizliği hoş görmeyi öğretemez.
Gizlilik ve güvenlik boyutu ise çoğu zaman göz ardı ediliyor. Çocukların bıraktığı dijital izler, ileride karşılarına nasıl çıkacak bilinmiyor. Yaşına uygun olmayan içeriklere maruz kalma riski de cabası. Üstelik çocuklar, gördükleri her bilginin doğru olmayabileceğini ayırt edecek deneyime sahip değil.
Elbette çözüm, teknolojiyi bütünüyle yasaklamak değildir ve yer, yer ihtiyaç da vardır. Yapay zekâ doğru kullanıldığında öğrenmeyi destekleyebilir.
Asıl mesele, ölçü ve rehberlik. Ailelerin ve eğitimcilerin çocuklara eleştirel düşünmeyi öğretmesi, ekran süresini sınırlaması ve alternatifler sunması gerekiyor. Spor, sanat, kitap ve oyun bir çocuğun gerçek dünyayla bağını güçlendiren vazgeçilmezlerdir.
Sonuç olarak, yapay zekâ çocukların hayatında bir araç olmalı, bir bakıcı ya da öğretmen değil. Ekranın gölgesinde değil, ışığında büyüyen çocuklar istiyorsak eğer kontrolü teknolojiye değil, insan aklına ve vicdanına bırakmalıyız. Çünkü geleceği yazacak olan algoritmalar değil, çocukların kendisidir.