Filistin, tarihin en eski yaralarından biridir. Binlerce yıl önce, bu topraklar bereketli ovaları, zeytin ağaçları ve kutsal mekanları ile barışın beşiğiydi. Ama 1948'de Nakba-Felaket (Filistinlilerin şiddet kullanılarak yerlerinden edilmeleri) ile her şey değişti.
Yüz binlerce Filistinli evlerinden sürüldü, anahtarlarını ellerinde sıkıca tutarak sürgüne yollandı. O günden beri, İsrail'in sistematik işgali altında ezilen bir halkın hikayesi yazılıyor.
1967 Savaşı ile Batı Şeria ve Gazze işgal edildi; Oslo Anlaşmaları ile vaat edilen barış, yerleşimci kolonileriyle gölgelendi. Gazze, 2007'den beri açık hava hapishanesine dönüştü: Abluka, duvarlar, roketler...
Filistinliler, Birleşmiş Milletler kararlarını kağıt üzerinde bırakan bir dünyada, direnişle hayatta kalmaya çalıştı. Ama bu direniş, ne yazık ki, kendi liderlerinin hatalarıyla da yaraladı.
Filistinli liderler, bu trajedide pay sahibi. Filistin Ulusal Yönetimi (PA), Mahmud Abbas'ın önderliğinde, İsrail ile müzakerelerde naif kaldı; güvenlik reformlarını ihmal etti, yolsuzluk iddiaları halkın güvenini erozyona uğrattı.
Hamas ise, 7 Ekim 2023 saldırısıyla büyük bir stratejik hata yaptı. Güç dengesizliğini okuyamadı, rehin alma taktiğiyle uluslararası desteği kaybetti ve Gazze'yi tam bir felakete sürükledi.
Bu hatalar, birleşik bir Filistin sesini parçaladı. PA ile Hamas arasındaki rekabet, halkı daha da yalnız bıraktı. Liderler, diplomasiyi savaşın gölgesinde unuttu; barış yerine intikam, birlik yerine bölünme seçtiler. Bu ihmaller, Gazze'nin çocuklarının kanına bulaştı. Ama asıl suçlu, bu hataları fırsat bilen İsrail rejimidir.
BASKILAR SEL GİBİ ARTTI
Yıllar içinde İsrail'in Filistin'e baskısı, bir damla su gibi değil, sel gibi arttı. 1980'lerdeki Birinci İntifadayı taşlarla bastıran İsrail, 2000'lerdeki İkinci İntifada da tanklarla ezdi. Gazze'ye 2008, 2012, 2014 ve 2021'de düzenlediği operasyonlar, her seferinde daha vahşileşti. Binlerce ölü, yok edilen altyapı. Ama 7 Ekim sonrası, bu baskı soykırıma dönüştü. Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Af Örgütü raporları, İsrail'in Gazze'de ‘yok etme niyeti’ taşıdığını belgeledi.
Yerleşimciler Batı Şeria’yı yutarken, Gazze bombalarla haritadan siliniyor. 2025'e gelindiğinde, Gazze Şehri tamamen oblitere edildi. Evler, okullar, hastaneler... 66 binden fazla Filistinli öldü, 169 binden fazlası yaralı, çoğu kadın ve çocuk…
İNSANLIK DIŞI BİR KATLİAM
İsrail, gazetecileri de hedef alıyor. Bugüne kadar 240'tan fazla medya çalışanı öldürüldü, kalanlar ‘hayatlarının değersiz’ olduğunu söylüyor.
Hastaneler vuruluyor, camiler enkaza dönüyor; hatta dua edenler bile… Kadın ve çocuk ayrımı yok: Bir anne, altı çocuğunu doyurmak için barınaklarda cinsel istismar vaatlerine maruz kalıyor.
Bir bebek, Mohammad Al-Motawaq, açlık fotoğraflarıyla dünyayı sarsıyor ama kurtulamıyor.
Gazze'de insanlık dramı, bir cehennem senfonisi: Ruwaida Amer gibi gazeteciler, bombardıman altında ‘bu bir sayı değil, gerçek bir hikaye’ diye haykırıyor, ama sesleri boğuluyor.
Çocuklar okulsuz, oyuncaksız büyüyor; travma, nesilleri yutuyor.
Bir kız çocuğu, enkaz altında annesini ararken, ‘anne, neden gökyüzü ağlıyor’ diye soruyor. Bu sorular, vicdanlarımızı deliyor.
Gazze, açlık ve kurşun arasında sıkışmış: Yardım kamyonları vuruluyor, siviller ‘yemek için ölmek mi, aç kalmak mı’ ikilemine terk ediliyor.
Bunun adı soykırım. İsrail, Gazze'yi ‘insansızlaştırmak’ için her şeyi yapıyor. 700 binden fazla insan güneye sürülüyor, Gazze şehri boşaltılıyor
DİRENİŞİN TEKNESİ: SUMUD
Ama umut, her zaman direnişte doğar. Bugün, 46 ülkeden 497 aktivist, 45 tekneyle ‘Global SumudFlotilla’yı Gazze'ye ulaştırmaya çalıştı. İsrail donanması, çoğu tekneyi durdurdu. 461 aktivist gözaltına alındı. GretaThunberg gibi isimler, parlamenterler, avukatlar... Hepsi, Gazze'nin yalnızlığına meydan okudu. Bu flotilla, sadece yardım değil; insanlığın son nefesi oldu.
Dünya, nihayet uyanıyor, ama yetersiz. İtalya, 22 vatandaşını kurtarmak için grev yaptı; sendikalar durdu, dışişleri güvence istedi.
İspanya savaş gemileri gönderdi, protestolar sokakları doldurdu.
Türkiye ve Pakistan seslerini yükseltti.
Fransa ve İngiltere, Filistin'i tanıdı. 19 ülke daha Filistin'i tanıyan ülkeler arasındaki yerini aldı.
Trump'ın planı; rehineler karşılığı ateşkesti. Bu Hamas tarafından kısmen kabul edildi. İsrail'e ‘dur’ emri verildi.
Peki ya Müslüman ülkeler? Çoğu, utanç verici bir sessizliğe büründü. Arap liderler, stratejik hesaplarla susuyor; Katar zirvesi kınama ötesine geçmedi.
Suudi Arabistan, BAE gibi ülkeler, İsrail ile normalleşmeyi tercih etti; yardım yok, diplomatik baskı sıfır.
Bu sessizlik, Gazze'nin dramını katlıyor. Bir baba, çocuğunun cesedini taşırken, ‘kardeşlerimiz nerede’ diye soruyor. Tarih, bu ihmali affetmeyecek.
Yine de, birkaç anlamlı tepki umut veriyor. İrlanda, Filistin'i tanıyan ilk AB ülkesi olarak boykot çağrısı yaptı; Güney Afrika, soykırım davasını BM'de sürdürdü. Kolombiya, flotilla için İsrail'i uluslararası mahkemeye şikayet etti. Bunlar, karanlıkta ışıklar.
Düşünün; Gazze'de bir doktor, Wafa,hastanesini bombalanmış halde terk ederken, ‘Ben hekimim, katil değilim’ diyor. Yanında, kollarında yaralı bir çocuk; ‘teyze, cennet nerede’ Wafa gözyaşlarını silip, ‘Burada, direndiğimiz yerde’ diye fısıldıyor.
Veya genç gazeteci Issam, kamerasını enkaza gömmüş; ‘Her flaş, bir hayatı kaydediyor; ama kim izleyecek?’ Bu hikayeler, duygularımızı parçalıyor. Çünkü onlar gerçek. Bir anne, açlıktan yatan bebeğini emzirirken susuzluktan bayılıyor; ‘Sütüm bitti, umudum da’ diyor. Dram, kelimelerle anlatılamaz; ama hissettirir.
Gazze'nin çığlığı, hepimizi suçlu çıkarıyor. Yüksek sesle haykıralım; Bu soykırım, insanlığın aynası. Flotilla gibi direnişler, sessiz vicdanları sarsmalı. Müslüman ülkeler uyanmalı, dünya harekete geçmeli. Yoksa, Filistin'in yarası, hepimizin yarası kalacak. Sumud-direniş-devam etsin; çünkü Gazze, vazgeçmezse biz de vazgeçmeyiz.
Sevgiyle kalın.