Gogol’un Palto’sundan başlayan ve Dostoyevski, Tolstoy, Çehov ile Gorki’nin kaleminde büyüyen Rus edebiyatı, yoksulların çığlığını tarihe kazıyarak çarlık düzenine karşı Ekim Devrim’ini başlatan kıvılcımı oldu.

“Hepimiz Gogol’un paltosundan doğduk.”

Dostoyevski’nin bu sözü, yalnızca bir ustaya saygı değildir; Rus halkının kaderine düşen bir işarettir. Çünkü Rusya’da edebiyat hiçbir zaman sadece edebiyat olmadı. Bir roman, bir öykü, bir sahne: bazen çarlığın duvarlarını yıkan bir çekiç, bazen de yoksulların nefes borusu oldu.

1842’de yayımlanan Palto, sıradan bir memur olan Akakiy Akakiyeviç’in hikâyesini anlatır. Ama Akakiy Akakiyeviç, Petersburg’un rüzgârında titreyen bütün yoksulların bedenine bürünür. Akakiy, yeni paltosunu aldığında hayatı biraz olsun ısınır; ancak bu mutluluk uzun sürmez. Gece sokakta birkaç soyguncu tarafından saldırıya uğrar ve yeni paltosu çalınır. Böylece yalnızca bir giysiyi değil, varoluşunun anlamını da kaybeder. Gogol’un kalemi, soğuktan donmuş binlerce ruhun titremesini kâğıda döker. Belki de bu yüzden edebiyat tarihçisi Belinski, Gogol’u “halkın vicdanı” diye nitelendirir.

Sonrası bir zincir gibi gelişir. Dostoyevski, Ezilenler’de aynı yarayı daha derinden kazır; “insanın insana kurt olduğu” bir dünyayı gösterir. Tolstoy, dev orduların gölgesinde köylünün açlığını ve sefaletini görünür kılar. Çehov, taşranın sıkışmışlığında insanın sessiz çığlığını sahneye taşır. Ve Gorki, Ana’da doğrudan devrimin ruhunu yazıya dökerek işçi sınıfına ses olur. Hepsi, Gogol’un paltosunun bir dikişinden türeyerek sıradanın içindeki büyük adaletsizliği ifşa eder.

Bu metinleri okuyan gençler, romanlarda yalnızca kurmaca değil, bir isyan çağrısı bulurlar. Her karakter, kendi hayatlarının bir gölgesi olur. Her trajedi, yaşadıkları sefaletin bir yankısıdır. Edebiyat, ders kitaplarından daha çok öğretir onlara: adaletin kıymetini, özgürlüğün gerekliliğini, suskunluğun ölümcül olduğunu. Lenin, devrim günlerinde elinden Tolstoy’un romanlarını ve Gorki’nin satırlarını düşürmez; çünkü edebiyat, siyasal bilincin meşalesi olur.

1917 Ekiminde devrim ateşi yanar. Kıvılcım yalnızca savaşın yıkıntılarından ya da açlığın çaresizliğinden doğmaz. O ateş, çok önceden kitap sayfalarında harlanır. Her satır bir itiraz, her öykü bir hazırlıktır. Gogol’un paltosu, yalnızca bir giysi değil, halkın omzundan çalınanın geri alınması için bir çağrı olur.

Evet, devrimin arkasında açlık, savaş, baskı vardı. Ama aynı zamanda hayal de vardı. Bir gün başka bir dünyanın mümkün olabileceğine dair inanç, işte o romanların satır aralarında büyüdü. Bu yüzden Dostoyevski’nin sözü, tarihin derinliğinde hâlâ yankılanır:

“Hepimiz Gogol’un paltosundan doğduk.”

Çünkü bazen bir hikâye, bir halkın geleceğini giydirir.