Bir şehirde kaldırımın kaderi, aslında o şehrin insanına verdiği değeri gösterir. Eğer kadınlar çocuklarıyla yolda yürürken yolun ortasına inmek zorunda kalıyorsa, yaşlı bir amca bastonuyla kahvehanenin sandalyesinden sıyrılıp geçemiyorsa, engelli bir vatandaş tekerlekli sandalyesiyle işportanın önünde çaresiz kalıyorsa… İşte o şehir, kendi halkına ihanet ediyor demektir.
Maalesef durum Diyarbakır’da da böyle, Van'da da… Kaldırımlar yıllardır seyyar satıcıların tezgahı, esnafın malı, kahvehanenin sandalyesi, lokantanın masasıyla adata işgal altında. Yani vatandaşın en doğal hakkı, ticaretin hoyratlığın kurban edilmiş durumda.
Özellikle Diyarbakır’ın kalbi olan tarihi Sur ilçesinde, yani Dağkapı’dan On Gözlü Köprüye kadar uzanan tarihi aks üzerinde kaldırım işgali adeta felakete dönüşmüş durumda. Turistlerin en yoğun uğradığı bu bölgede seyyar satıcılar, kaldırım işgali yapan esnaflarla birleşince bırakın gezmeyi, adım atmak bile imkansız hale geliyor. Binlerce yıllık tarihi mirasın gölgesinde, insanlarımız yola inmek zorunda kalıyor.
GÖÇ VE SEYYAR SATICILIK GERÇEĞİ
1990'lı yıllarda köylerin boşaltılmasıyla birlikte yüzbinlerce insan Diyarbakır'a, Van’a ve bölgenin diğer şehirlerine göç etmek zorunda kaldı. Yanlarında büyük sermaye getirmediler; çoğu işsiz, çaresizdi. Çocuklarını doyurmak için tek çıkış yolu, az bir sermayeyle seyyar satıcılık yapmaktı.
O yıllarda zaten var olan seyyar satıcı sayısı hızla arttı. Bu insanlar üretici olmaktan çıkıp, şehirlerde tüketiciye dönüştüler. Geçim derdi onları kaldırımlara itti. Bir seyyar satıcı yıllar önce bana şöyle demişti:
‘Köyümüz boşaltıldı, geldik Diyarbakır’a. Hiçbir iş bulamadık. Çocuklar açtı. Ben de aldım el arabasını, pazardan meyve topladım. O gün bu gündür sokaktayım. Eğer tezgahı buraya koymazsam, evde tencere kaynamaz.’
Bugün yaşanan işgalin kökleri bir bakıma burada yatıyor. Yani mesele sadece zabıta-esnaf çekişmesi değil, aynı zamanda derin bir sosyo-ekonomik sorundur.
Sadece Sur değil, kentin modern yüzü olan ve mimarisiyle ödüller alan, Time dergisine bile kapak olan Kayapınar’da da tablo farklı değil. Özellikle bina altlarındaki işyerleri kaldırıma taşarak, bisiklet ve yürüyüş yollarına kadar inmiş durumda. Kayapınar, Bağlar ve Yenişehir ilçelerinden gelen şikayetler de benzer: Esnaf malını kaldırımlara yığıyor, vatandaşın hakkı yok sayılıyor.
VAN’DA DURUM DAHA VAHİM
Van'da da manzara çok farklı değil. İranlıların açtığı ya da işlettiği bar ve eğlence mekanlarının tanıtım bayrakları, flamaları ve dubaları zaten dar olan yolları iyice işgal ediyor. Ara sokaklarda kahvehaneler, lokantalar masa ve sandalyelerini dışarı taşırmış; kaldırım değil, adeta açık hava deposu olmuş. Vatandaş bırakın yürümeyi, nefes alacak yer bulamıyor.
Üstelik bu işgaller sadece yayaları değil, araç sahiplerini de mağdur ediyor. Kısa süreliğine işini halletmek isteyen vatandaş park yeri bulamıyor. Çünkü bazı esnaflar işi abartarak yere monte ettikleri ekipmanlarla kamuya ait yolu kendi mülküymüş gibi kapatıyor. Bu, en açık haliyle kamu hakkı gaspıdır.
Soruyorum: Kahvehanenin bir sandalyesi mi daha değerli, yoksa bir annenin çocuğuyla güvenle yürüyebilmesi mi? Lokantanın bir masası mı daha önemli, yoksa şehrin turistten kazandığı itibar mı? Yıllardır süren bu işgale göz yuman herkes, bu soruların cevabını kendisine vermek zorundadır.
ÇÖZÜM ELBETTE VAR
-Kaldırımı işgal edenlere caydırıcı para cezaları getirilmeli.
-Belediyeler denetimleri göstermelik değil, kalıcı ve düzenli hale getirmeli.
-Esnafa alternatif teşhir alanları oluşturulmalı.
-Göçle birlikte seyyar satıcı sayısının arttığı gerçeği unutulmamalı; bu insanlar için düzenli satış alanları kurulmalı.
-Her ilçede ‘seyyar pazaryeri’ ya da ‘küçük esnaf alanları’ oluşturulmalı; kaldırımlar değil, bu alanlar kullanılmalı.
-Seyyar satıcıların kooperatifleşmesi teşvik edilmeli, böylece hem düzen sağlanır hem de ailelerin ekmeği kesilmez.
-Belediyeler sosyal belediyecilik anlayışıyla hem kaldırımları yayaya bırakmalı, hem de bu kesimi ekonomik düzenin içine katmalıdır.
Unutulmamalı ki, kaldırım sadece taş değildir; bir annenin güveni, bir çocuğun geleceği, bir şehrin namusudur. Diyarbakır’da da Van’da da bu namus yıllardır ayaklar altında. Artık ‘görmezden gelme’ lüksümüz yok. Belediyeler görevini yapacak, esnaf kurallara uyacak, vatandaş hakkını arayacak. Çünkü kaldırımlar, esnafın değil, milletindir.
Sevgiyle kalın.