Üniversite öğrencisiyken, Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir eğitim stajına kabul edilmiştim. Meclisin koridorlarında yürümek, komisyon salonlarını görmek, kulislerin havasını solumak benim için yalnızca bir staj değil; demokrasiye dokunma fırsatıydı.
Meclisin her noktasında, “burada alınan kararlar milyonların hayatına değiyor” hissi vardı. Ziyaretlerin en çarpıcı durağı ise kuşkusuz Genel Kurul’du. Yasamanın kalbi…
Milletvekillerinin sıralarını gördükçe omuzlarındaki sorumluluğun ağırlığını hissetmemek mümkün değildi. Rehberimiz, Genel Kuruldaki en küçük ayrıntının bile bir anlamı olduğunu anlatmıştı.
Aydınlatmaların sayısı, renkleri, yerleşimi…
Her şey, temsil edilen halkın iradesine duyulan saygının mimari bir yansımasıydı. O an, “burası sıradan bir salon değil” diye düşünmüştüm. Tüylerim diken, diken olmuştu. Aradan yıllar geçti.
Geçtiğimiz günlerde ise önüme düşen bir video, o gün hissettiğim duygularla sert bir tezat oluşturdu. 2026 bütçe görüşmeleri sırasında AK Parti ve CHP’li iki milletvekilinin yumruk yumruğa kavga ettiği görüntüler… Kırılmış mikrofonlar, yerlere saçılmış çiçekler, bağrışmalar…
Genel Kurul’un ortasında kalan bu manzara, sadece bir kavga değildi; temsil krizinin fotoğrafıydı. Bütçe görüşmeleri, bir ülkenin önümüzdeki yıl nasıl yaşayacağını belirler. Kimin ne kadar destek alacağı, hangi alanın güçleneceği, hangi kesimin daha fazla fedakârlık yapacağı orada kararlaştırılır.
Emeklinin maaşı, öğrencinin bursu, çiftçinin desteği, sağlık hizmetlerinin kapsamı… Tüm bunlar konuşulurken, halk adına söz alan vekillerin fiziki şiddete başvurması hangi demokratik gerekçeyle açıklanabilir?
Sorulması gereken soru tam da burada duruyor! İnsanların oylarıyla orada bulunan, dokunulmazlık ve yüksek sorumluluk verilen temsilciler, bu tabloyu haklı çıkarabilir mi? Meclis, öfkenin değil sözün; yumruğun değil kürsünün yeridir.
Siyaset sert olabilir, tartışmalar hararetli geçebilir. Ancak demokratik olgunluk, tam da bu sertlik anlarında kendini gösterir.
Fikri kavga etmekle, fiilen kavga etmek arasındaki çizgi aşıldığında zarar gören yalnızca kurumlar olmaz; demokrasiye olan inanç da yara alır.