Jose Saramago’nun kült eseri Körlük’ü sanırım bilmeyen iyi edebiyat okuru yoktur. Onun yetmiş üç yaşında yazıp yayınlattığı romanında bütün hikâye, aracıyla kırmızı ışıkta beklerken tam yeşil ışık yandığı anda gözlerine beyaz bir perde indiğini fark eden ve aracın yeşil ışık yanmasına rağmen hareket etmediğini görenlerin öfkeyle adamın aracına yaklaştıklarında duydukları iki sözcüktür: Kör oldum.
Kurgu roman böyle başlar ve roman adeta toplumsal travmaya dönüşür. Roman boyunca olmadık işler gelir sırasıyla kör olan diğerlerinin başına.
Size Saramago’nun Körlük romanından böyle bir hatırla(t)ma paragrafını yazmamın nedeni pazar akşamı (30 Kasım 2025) Diyarbakır’ın alternatif kültür sanat mekanlarından mordem sanat merkezinde ilk gösterimine davetli olduğum bir belge-film nedenli.
Belgesel Sanatçısı Sedat Kıran Xewnên Xeyal (Karanlık Rüya) adıyla dört kör Dengbêjin dünyasını bizzat yaşadıkları şehirlerde (Diyarbakır, Hakkari, Siverek ve Kızıltepe) mekânlarında ruh hallerini yaşayarak ve onları konuşturarak anlatmış.

Görmeyen gözlerinde kararmış dünyalarının betimlenen coğrafyalarının kimi kez karlı bir kış gününü, kimi kez de yeşilin güz, bahar, yaz tonlarını yansıtarak.
Fadilê Qûfragî, Elîyê Qerejdaxî, Evdilqadir Kızılkaya ve Derwêş Şêxmûs dünya gözüyle görmeyen, ama kalp gözü hayli güçlü dengbêjler.
“Adına trahom denen göz hastalığına yakalanmıştım. Doktor yok, ilaç yok, ulaşım da yok. Çare bulur diye babam beni dayıma götürdü. Dayım gözüme baktı ve babama ‘bu çocuk kör ve çare yok, uğraşma terk et bir yerde bırak onu ve kurtul’ dedi. Babam çok kızdı. Çok güzel bir çocuk olduğumu herkes söylüyordu. Babam, dayıma ‘O benim oğlum. Gidiyorum. Senin yemeğini de yemem artık’ dedi. Ve çıktık. Babam bana iyi baktı, büyüttü ve dengbêj oldum.”
Bunu belge filmde izlediğim an Saramogo’nun Körlük romanında çeteleşen kör gruba, diğer kendi halindeki körlerden birinin açlıktan ölmemek için tecavüz edeceklerini bilerek eşini teslim ediş sahnesini hatırlayıp ürktüm.
Sedat Kıran’ın belgefilmi baştan sona Kürtçe, Türkçe altyazı da var. Ama orijinal dilinde izlemenin yarattığı duygusal hâl başka tabii ki!
Dört kör Dengbêjin her birinin sese duyarlı ve sadece sesleri üzerinden dünya ile, çevreleri ile kurdukları duygusal bağ o kadar güçlü dile gelmiş ki! Yönetmen de bunu hissiyatıyla çok başarılı yansıtmış. Gözün görmediği, ama kalbin ruhun hissettirdiği.
Fadilê Qûfragî ve Elîyê Qerejdaxî hastalıkları nedeniyle katılamamışlardı ilk gösterime. Ama Evdilqadir Kızılkaya ile Derweş Şêxmûs’la birlikte yanyana oturarak izledim filmi. Filmin öncesi ve sonrasında da sohbet ettim ikisiyle de. Kızılkaya Hakkari’den, Şeyhmus Kızıltepe’den gelmişti. Kızılkaya sadece dengbêj değil bir tarihçi gibi de konuşuyordu. Bu beni şaşırtmadı elbette. Çünkü dengbêjlerin aynı zamanda geleneksel hikâye anlatıcıları olduğunu biliyordum zaten.
Yanımdaki Derwêş adaşım Şêxmûs’a benim de bir adaklı Şeyhmus olduğumu babamın binxet’e (sınırın öte yakasına) kaçağa giderken Sultan Şeyhmus’a (kalo’ya) ziyarete gittiğini ve kendisine iki kuru incir tanesi verdiklerini sonra da benim doğduğumu detaylı hikâyesiyle gösterim öncesi söylemiştim.
Filmi izlerken o sahneyi Derwêş Şêxmûs anlatınca birden adaşım elimi tuttu heyecanla sonra bir öksürük nöbetine tutuldu, su verdim. Yaşını sordum 79 dedi.
Gösterim öncesi her şeyin Kürtçe olacağını ve gösterim sonrası da söyleşinin Kürtçe olmasını arzuladıklarını ifade ettiler. Salon oturacak yer kalmamacasına ayakta izleyicilerle doluydu. Finalde kutlarken yönetmeni bir cümle ile “Çavên insan kor dibe, dilû rihên insan kor nabe” diyerek kutladım.
Bu belgefilm görenlerin dünyasında başka bir ruh hali yaratacak. Dengbêjlerden biri “keşke on dakikalığına gözüm açılaydı da anamı göreydim, o bana yeterdi” sözü bile kilamın çığlığı gibiydi sanki.
Teşekkürler Sedat Kıran bizleri hikâye anlatıcılarımızın kendi hikâyeleriyle buluşturduğun için…