Okurlarım biliyor! Kent kültürü, kent kimliği ve kent tarihi üzerine metinler yazıyorum. Bu çalışmaların en geniş bölümünü de sözlü tarih oluşturuyor. Sözlü tarihi pek çok insan bilir; bilmeyenler içinse bir cümleyle şöyle özetlenebilir: Hikâyesi olan insanlar vardır ama çoğu zaman eli kalem tutmaz ya da bu işi kendine yakıştırmaz “ben yazmayayım” der. Yazmak onlara uzak, hatta yabancıdır. Ancak karşılarında güven duydukları biri olduğunda içlerini açar, konuşur ve kendi hikayelerini anlatırlar.

Hikayesi olan insanlarla buluştum, onları dinledim ve konuşturdum. Yazıyla uzak duran hayatlarını sözle kayda geçirdim. Bu sayede, kentlerin resmi tarihlerinde yer bulamayan, bireysel ama bir o kadar da kolektif hafızaya ait hikayelerini gün yüzüne çıkardım / çıkarmaya çalıştım.

2003 ile 2006 yılları arasında gerçekleştirdiğim sözlü tarih çalışmalarım sonucunda, üç kitaptan oluşan bir üçleme ortaya çıktı. Üçlemenin ilk kitabı, ‘Diyarbekir Diyarım, Yitirmişem Yanarım’ adını taşıyor. İkinci kitabım, ‘İsyan Sürgünleri’.* Bu çalışma, 1925 Şeyh Said İsyanı sonrası sürgüne gönderilen ailelerin çocukları ve torunlarının tanıklıkları üzerinden, karanlık bir döneme ışık tutuyor. Sürgün yollarında yaşanan acılar, kayıplar ve kopuşlar bu kitabın odağında.

Üçlemenin üçüncü kitabı ise ‘Amidalılar-Sürgündeki Diyarbekirliler’. Bu kitap, 1980 Eylül darbesinin hemen öncesi ve sonrasında politik kimlikleri nedeniyle yaşadıkları coğrafyalarında barınamayıp Avrupa’ya sürgüne gitmek zorunda kalan Kürt entelektüellerin hikayelerini içeriyor. Bu insanlar, hem kimliklerini hem de kültürel miraslarını yanlarında taşıyarak yeni uzak ve sürgün coğrafyalarda yaşam kurmaya çalıştılar.

Bu üç kitapta 48 şahsiyetin tanıklığına yer verdim. Ne yazık ki bu kişilerden 35’i çalışmanın yapıldığı tarihten bu yana yirmi yıllık zaman dilimi içinde vefat etti, bugün yalnızca 13’ü hayatta.

Bu gerçeklik, sözlü tarih çalışmasının ne kadar hayati olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor. Bu insanlar konuşmasaydı, bu hikayeler sonsuza kadar susmuş olacaktı.

Sözlü tarihin bir avantajı da, sözü ve kelamı olan insanları konuşturup onların anlattıklarını metne dökerek, bu anlatıların edebiyat, kültür ve sanatın çeşitli dallarında malzeme haline dönüşebilmesidir.

‘Diyarbekir Diyarım, Yitirmişem Yanarım’ ile başlayan yolculuk, 2004 yılında yayımlanan "İsyan Sürgünleri" adlı kitabımın devamı ve aynı zamanda yenilenmiş hali olan yeni ‘İsyan Sürgünleri’ kitabım önceki günlerde Everest Yayını olarak çıktı.

Kitabın yeni basımında 11 şahsiyetin hikâyesinin önceki baskılarda yer almayan kısa biyografileri, kitapta ilgili bölümlerin başına eklendi. Ayrıca görüşme sırasında yansıttıkları ruh hallerini anlatan ikişer ve üçer paragraflık metinlerle içerik zenginleştirildi. Görsellerle desteklenen bu yeni çalışma, hem içerik hem de biçim açısından önceki baskılardan farklı, daha kapsamlı bir hale geldi. Ayrıca vefatlarından sonra onlar üzerine yazdığım metinler de her bölümün sonuna eklendi.

Kitapta ele alınan olay, 1925 yılında bütün Kürt coğrafyasını etkileyen büyük bir başkaldırıya dair. Kimine göre “kıyam”, kimine göre “isyan”, kimine göreyse “erken başlamış bir kalkışma” olarak değerlendirilen bu hareket, dönemin ruhunu ve toplumsal gerilimlerini yansıtan önemli bir tarihsel kırılmadır.

Şeyh Said ve arkadaşlarının bu kıyamı, 1925 yılının Mayıs ayında başlatmak üzere planladıkları biliniyor. Ancak olaylar beklenmedik bir şekilde gelişir. Diyarbekir’in Hani ilçesine bağlı bir köyde askerlerin, “firari asker kaçaklarını yakalamak gerekçesiyle” düzenlediği bir operasyon sırasında Şeyh Said ve yanındakilere gidilmesi, tartışmayı ve ardından silahlı bir çatışmayı tetikler. İki askerin ölmesiyle birlikte isyan, planlanandan erken olarak 14-15 Şubat tarihlerinde başlar.

Yaklaşık iki ay süren ve coğrafyayı topyekun kuşatan dönemin basınında yer alan bu hareket kısa sürede şiddetle bastırılır. Şeyh Said ve arkadaşları yakalanarak Diyarbakır’a getirilir. Yargılamaların ardından, 28 Haziran’ı 29 Haziran’a bağlayan gece, sabaha karşı idam edilirler.

Ama tabii ki bu, hikayenin bilinen ve görünen kısmı! Asıl görünmeyen, tarihte kalan ve bugünlere kadar izleri devam eden sürgün hikayeleri var. 1925’ten sonra başlayan sürgünler, 1937’deki Dersim isyanına kadar geçen 12 yıl boyunca beş kez bölgedeki etkili Kürt şahsiyetler ya sürgüne gönderilmiş, ya devlete baş kaldırmış ya da Kürtlük anlamında muhalif kimlikler sergilemişler. Bu süreçte sürgün edilenlerin büyük çoğunluğunu, bölgedeki güçlü ve tanınmış aşiret ailelerinin temsilcileri oluşturmuş. Sürgünler ise Kürt coğrafyasının dışına, Karadeniz’den Ankara’ya, Denizli ve Konya’dan Edirne’ye kadar pek çok farklı bölgeye gerçekleştirilmiştir.

Kitapta da yer aldığı gibi, CemilPaşalar sürgünlüklerini anlatıyorlar. Bir bölümü Tekirdağ’a, bir bölümü Denizli’ye, bir bölümü ise Ordu’ya gönderiliyor. Cemil Paşa ailesi yanlarındaki hizmetkarlar, bir gün içerisinde trenlerdeki hayvan vagonlarıyla sürgün ediliyorlar. Bu sürgünler 1937’ye kadar devam ediyor. 1925’te gidenler 1947’ye kadar, 1937’de gidenler de yine 1947’ye kadar sürgünde kalıyorlar. Yani sürgünlük 10 ila 22 yıl arasında sürüyor. 1947’den sonra ise bu sürecin adına “mecburi iskân” deniliyor.

Mesela bir örnek: Silvanlı Azizoğlularından Hüseyin Bey ile Fatma Hanım’ın oğulları, sürgünde doğduğu için “İskan” ismi veriliyor. Yıllar sonra İskan Azizoğlu, CHP’den milletvekili oluyor. İskan Bey ve annesiyle de görüşme şansım oldu; hikayelerini “Ana-Oğul” başlığı altında anlattım.

Ayrıca Kütahya sürgünleri; şair Veysel Öngören, Sakine Arat (Sakine Ana) ile de görüşmelerim oldu. Lice Beylerinden Işıklar’dan Nihat Işık bey var. Cemilpaşalardan dört kuzen. Cizrelioğlularından ise, İstanbul’da baba mertebesinde kabul gören Şahin Cizrelioğlu. Ne yazık ki bu on bir kişi artık hayatta değil.

İsyan Sürgünleri’nin hazırlık sürecinde kendimi bir anlamda o yaşanmış hikayenin içinde hissettiğimi ifade etmeliyim. Yazarken ya da karakterlerle konuşurken, hikayelerini anlatan insanlarla sohbet ettiğinizde fark ediyorsunuz ki, olayları ve filmi geriye sararak anlatırken onları bizzat yaşıyorsunuz. Anlatılan her bir hikaye, adeta bir film olacak kadar etkileyici ve büyüktü.

Malum, 2025 kıyamın 100. Yılı. Yüzüncü yılda insanların Şeyh Said İsyanı’nı ve isyandan sonra idam edilen, mezar yerleri bile bilinmeyen şahsiyetlerin akıbetini konuşurken, aynı zamanda bu isyanın arka planını, yani uzun yıllara yayılan sürgünlerin hissiyatını bu şahsiyetler üzerinden yeniden okumalarını ve hissetmelerini istedim. İnsanların bu sürecin nasıl geçtiğini bilmelerini arzu ettim. Bu kitap, yazılı bir belgeseldir. Yer yer oldukça sert, hırpalayıcı ve sarsıcı bir kitap isyan sürgünleri. Kitap okunup bittiğinde kendinizle yüzleşerek “Ne oldu / Ne oluyor?” diye sorgulamak kitabın artısı. Şimdiden herkese iyi okumalar diliyorum.

*isyan sürgünleri, everest yayınları, 2025 İstanbul