Günaydın Türkiye. Günaydın sevgili okurlarım. Diyarbekir’i biraz öteye bırakarak günümüze dönelim.
Halk Barış İsterken, Barışı Engelleyen Güçler Neden Bu Kadar Dirençli?
Türkiye’de yıllardır süren çatışmalı atmosfer artık toplumun bütün damarlarını yordu. Bu ülkede hangi haneye gitseniz, barışa dair sessiz ama derin bir özlem görürsünüz. Anneler, babalar, gençler… Hiçbiri artık ölüm haberleri duymak istemiyor.
Cenaze gömmekten bıktılar.
Gözlerde yaş kalmadı. Ağlayamıyorlar bile.
Halkların ortak isteği çok net:
Barış olsun. Hem de köklü, gerçek bir barış.
Ancak ne acıdır ki, barışı isteyenler çoğalmasına rağmen barışı engelleyen güçler hâlâ çok güçlü, çok örgütlü ve çok etkili. Çünkü bu sadece iç politikayı ilgilendiren bir mesele değil; bölgesel güç mücadeleleriyle, uluslararası hesaplarla, ekonomik çıkarlarla örülü bir yapıya dönüşmüş durumda.
Savaş; içte ve dışta baronların ilk ve tek tercihleri…
PKK meselesi, uzun zamandır Türkiye’nin sınırlarını aşmış; Suriye’den Irak’a, oradan küresel başkentlere uzanan bir fay hattına dönüştürülmüş halde. Bu örgüt, bazı aktörler için bir baskı aracı, bazıları için bir bölgesel kart, bazıları için ise pazarlık masasında bir koz haline getirilmiş durumda. Dolayısıyla çatışmanın sürmesi, kimi devletlerin etkisini artırıyor; kimi yapıların siyasal ve askeri meşruiyetini pekiştiriyor; kimi ekonomik çevrelerin ise çıkarlarını büyütüyor.
İşin daha üzücü yanı, içeride de aynı tabloyu besleyen bir yapı olması.
Güvenlik politikalarından güç devşirenler, çatışmayı seçim dönemlerinde bir propaganda aracına dönüştürenler, bölgede “sürekli gerilimden” kazanç sağlayan ekonomik çevreler…
Barış, bu yapıların güç alanını daraltıyor. Bu yüzden barışın önündeki direnç, halkın talebinden çok daha örgütlü.
Halkın barış talebi güçlüdür; ancak ne yazık ki henüz örgütlü değildir. Sessiz ve dağınıktır.
Halkın tavrının barıştan yana olduğu doğru; ancak bu tavrın daha güçlü ve daha organize olması gerekir. Ne yazık ki tam anlamıyla organize olmuş, tek yürek, tek sese dönüşmüş bir barış talebinden söz etmek aşırı iyimserlik olur.
Türkiye halkının genlerindeki militarist dokular, henüz barışın kendi mecrasında yeşermesini sağlayacak kıvamda değil. Barış cesaret ister ama onun çok daha ötesinde bilinçli olmayı gerektirir.
Bugün halkın yükselen barış talebinin, yarın hamasetli ve coşkulu retoriklerle manipüle edilmesi riski ortada duruyor. Sürecin yön değiştirmesi iki nutuk, üç provokasyon, az harlı ateşte kabartılmış ve soslanmış duygulara bağlıdır.
Bu yüzden barışı engelleyenlerin gücü dar bir çevrede toplansa da daha organize ve daha stratejiktir. Bugün yaşadığımız çıkmaz tam da buradan doğuyor.
O nedenle barış süreçleri kırılgandır.
O bedenle Devlet Bahçeli’nin start verdiği ve Erdoğan’ın “bakalım ne olacak” kıvamında desteklediği barış, mum ışığı gibi titreyip duruyor.
Her şey rağmen enseyi karartmamak gerekir.
Yeri geldiğinde halkın talebi, en sert güç dengelerinden bile daha dayanıklıdır. Zaman değiştiğinde, siyaset değiştiğinde, ekonomi zorlandığında, uluslararası dengeler yeniden kurulduğunda bugün barışı engelleyen güçlerin hepsi bir anda “yeni pozisyonlar” almaya başlar. Çünkü onların sadakati ilkeye değil, çıkara dayanır.
Belki bugün barış zor görünüyor. Engeller güçlü, direnç yüksek. Ama halkın talebi diri ve kalıcı görünüyor.
Ve eninde sonunda her ülkede olduğu gibi, bu ülkede de barışın kapısını açacak olan yine o sessiz ama büyük çoğunluktur.
Barış, halkın hakkıdır.
Ve hiçbir çıkar ağı bu hakkı sonsuza kadar erteleyemez.
Şu iyi bilinmelidir ki “Her şeye rağmen barış gelecek.” Yakındır.
Ha gayret barışseverler.
&
Biraz gülelim isterseniz
Kadınlar neden hep erkekler için yemek yapar sorusuna,
Erkek,
Çünkü beslenmek mahkûmların yasal hakkıdır,
Dlye cevap verir.
&
Kirveme öğütler;
Kirvem, hani derlerdi ya "En iyi Kürt ölü Kürt"tür." Aylan Kurt'un cesedine yapılanları görünce Kürt'ün artık ölüsü bile iyi kategorisine konulmuyor, anlaşılan.
Bu vahşet bir gün son bulacak kirvem.
Yakındır, sanırım.
&
Gelelim “Dilimde tüy bitinceye kadar” yazacaklarıma;
“Diyarbekir 5 Nolu Cezaevi, MÜZEYE dönüştürülsün.”
“SUR İÇİ; DÜNYANIN EN BÜYÜK AÇIK HAVA MÜZESİ OLSUN.”
“Sur İlçesinin adı “ESKİ DİYARBEKİR” olsun.”
“ŞEHRİN STADI, ŞEHRİN ÖZGÜRLÜK MEYDANI OLSUN.”
Daha da önemlisi;
YAKIP YIKILAN BÖLGELERDE EVLER, ASLINA UYGU VE DİYARBEKİR EVLERİNE YAKIŞIR BİR BİÇİMDE YAPILSIN.
İyi bir hafta geçirmeniz dileğiyle.
Dostça kalın.