Gece yarılanmışken, dolaba sığmayan artık kendisine bol gelen elbiselerini izliyordu. Sıra sıra, ütülü, itinayla dizilmiş takım elbiseler, gömlekler, pantolonlar, ceketler, tişörtler, her cinsten giysi ona yıllarca yeterdi.
Aslında şu zayıflık olmasa belki her birini yine yıllarca giyebilirdi. Ancak uzamış emekliliğinin sonuna adım adım yaklaşıyor ve kronik hastalıkları da adım adım ağırlaşıyordu. Belki kapitalist modernite diyetinde bir nedenden dolayı da zayıflıyordu. Zayıflaması da elbiselerini dolapta üst üste yığılı birer süs malzemesine dönüştürüyordu. Çünkü onları artık giyemiyordu. Belki de onlardan kurtulmak istiyordu. O anda dolabın altında artık ona bol gelen fazlaca ayakkabısı da gözüne çarptı. Aynı durum ayakkabıları içinde geçerliydi.
Neden bu kadar elbise ve ayakkabıya sahipti?
Evet, sanki bunlara yatırım yapmıştı. “Bunlar dışında bir yatırımım neden yok” diye kendine söyleniyordu. Gençliğinde, bir kooperatif sayesinde o zaman lüks sayılabilecek bir apartman dairesine sahip olmuştu. Ama o daire şimdi taksitlerini ödediği, bunun için çalışmak zorunda kaldığı, yeni küçük dairesinin peşinatına anca yetmişti.
Giyecek anlamında bonkör davranmıştı. Sanki her yıl en azından yeni bir gömlek alması gerekiyordu. Neden gerekiyordu?
Belki yeni elbise ve ayakkabı ona moral vermişti.
Belki de zamanında tüketici toplumunun iyi bir müşterisiydi.
Bunları düşünmek sadece onu ruhsal olarak yoruyordu. Belki bir anlamı yoktu. Şimdi emekli maaşlı bir işyeri hekimi olarak bir ayakkabı alması için bile çok düşünmesi ve çok iyi hesap yapması gerekiyordu.
Şimdi kendisine bol gelen tüm elbiseleri ve ayakkabıları paketleme zamanıydı. Bunları yarın işyeri hekimliği yaptığı tekstil fabrikasında, kendisi gibi orta yaşlı erkek işçi arkadaşlarına dağıtacaktı. Böylece eski evinden daha dar olan dolabı da oldukça rahatlayacaktı.
Akşamüstü iş çıkışı kentin açık kalan, kredi kartsız nadir konfeksiyonlarından birine bedenine göre elbise bakmaya gidecekti. Oralarda kredi kartı geçmediği için yarını beklemişti. Yarın maaş günüydü. Peşin parayla alışverişini tamamlayacaktı.
Elbiselerini paketledikten sonra yeni küçük evinin balkonuna çıktı. Karşıdaki kimisi ışıklı yüksek binaların sakinlerini düşündü.
Kendisi gibi kaç uykusuz gece karanlığında balkona sığınıvermişti?
Yalnızlık bir tercih miydi yoksa bezirgan modernitenin dayattığı bir zorunluluk muydu?
Babası ve dedesi nefeslerini kalabalık ailelerinde vermişti. Öyle görünüyor ki kendisi muhtemelen yalnız başına bunu yapacaktı. Bu yüzden burayı satıp bulabilirsen bir yaşlılar evine gitmesi ve hastalandığında bir özel hastaneye kolayca gidebilip orada yatabilmesi daha iyi olacaktı.
Kendisini ürküten bu düşüncelerden kurtulmak için balkonda telefonunu karıştırmaya karar verdi. Belki telefondan bir film izleyebilirdi. Ekranda ayrı evlerde yaşadığı hala evli olduğu eşinden gelen mesaj dikkatini çekti
“Sosyal medyada gördüm. Bugün meslekte kırkıncı yıl plaketi almışsın. Orada olamadığım için üzgünüm. Sen yaşamın boyunca hastandan hiçbir zaman para almadın. Eskiden bunun için sana çok kızardım. Neden diğerleri gibi ücret almıyorsun derdim. Neden varlık içinde yokluk çekiyoruz derdim. Bunun için senden özür diliyorum. Ve seninle gurur duyuyorum. İyi geceler.”
Şimdi bu ne demekti? Bu saatte bunu yazmanın ne anlamı vardı? Ve bu zamanda bunu hatırlatmanın da ne anlamı vardı?
Bu sorularla tanıdık ağrıları yine başlıyordu. Keşke telefona hiç bakmasaydı. Ve o mesajı hiç okumasaydı.
“Çok teşekkürler. Hastadan para almamak bir hekim için olması gereken normal bir davranıştır. Biz vatandaştan vergi alan devletin, yine bizi para ilişkisinden kurtarması gerektiğini söyledik. Devlet bizi dinlemedi. Önümüze serbest piyasayı koydu ve buyurun istediğiniz kadar kazanın dedi. Kimimiz her şeye rağmen hastalarla aramıza para koymadık. Kimimiz ise piyasaya uydu ve oldukça iyi kazandı. Şimdi gençler sağlam bir ekonomik gelecek diye tıp fakültesine giriyor. Aileler onlara Tıp fakültesini kazanmayı dayatıyor. Belki devran değişti. Biliyorsun şimdi bir emekli olarak çalışıyorum. Çalıştığım yerin patronu işe gelmesen de olur diyor. Çünkü ben pasifize durumdayım. Bana ait bir oda yok. Yine de gitmem gerektiği kadar gidiyorum. Ama hekimlik adına bir şey de yapamıyorum. Hasta bir işçinin bana gelmesi ustanın ona izin vermesine bağlı. Ben bir hekim olarak özgürce hastama dokunamıyorum. Ama çalışmak zorundayım. Yarın bedenime uygun elbiseler alacağım. Belki daha az masraf yapacağım ama eczanelerinde her türlü ilacın olacağı ve hastanelere ulaşmanın kolay olacağı daha küçük bir yere gitmem gerekiyor. Böyle bir yer var mı, emin değilim. Belki de burada kalıp mesleğime bildiğim gibi devam etmem gerekiyor. Mesajın da bunu destekliyor. Sana da iyi geceler diliyorum.”
Mesajın ona iyi geldiğini fark etti. Ağrıları tamamen geçmişti. Demek ki onu anlayanlar hala vardı. Yarın yeni elbiseleriyle yaşamına bildiği gibi devam edecekti.