Benim jenerasyonumdan, Anadolu’dan görünüm denilen ‘özel savaş’ programını hatırlamayanımız yoktur sanırım.

Televizyonların tek kanallı olduğu dönemde her hafta, itici ve çakma bir Türkçe ile yalan-dolan ve saçma-sapan ifadelerle asparagas haberler yapardı ‘kişinin biri’.
Dikkat edin, öyle zavallıca işler yapılıyordu ki, ne programı sunan kişinin adını hatırlayabiliyoruz bir çırpıda ne de programın kendisini.
Kötülük akılda kalmaz. Gideceği yer tarihin çöp sepetidir.
Daha nice böyle ‘kötülük’ yayan ve o çöp sepetinin mukimi olan kişi, olay ve durum var.
O gün bu gündür, her gün yüzlerce PKK’li öldürülüyordu (!).
Kökleri kazınıyordu (!)
Bu bahar sondur (!) deniliyordu.
Öyle diye diye baharımızı kışa çevirip durdular.
Ağaçları ve insanları birbirine düşman ettiler, hayvanları ve hatta gülüşlerimizi bile.
Oysa sevgili Rahibe Teresa ne güzel demişti, "Barış bir gülümsemeyle başlar" diye.
Ama korktu birçok kişi gülümsemekten ve bunu paylaşmaktan.
Gözyaşı daha çok para ediyordu coğrafyamızda.
Herkes ötekileştiriliyordu, taammüden.
Öyle ki, hiç kimse doğru dürüst ‘ne için’ olduğunu bilmeden hem de.
Geçmişin ve yaşanmışlıkların yeniden hikayesini yazmayayım. Zaten bunu yıllardır yapanlar var.
Ahlaklı ve iyi niyetle yapan da var, en çirkin ruh haliyle bile de.
Biz bugünün ve olası yarının hikayesine gelelim.
Bahçeli’nin TBMM’nin açılışında DEM’lilerle tokalaşması ile başlayan ‘süreç’ bugün itibari ile PKK’nin kendini feshetmesi ile başka bir aşamaya geldi.
Geldi gelmesine amma, televizyon ve gazetelerde birer köşe kapmış ‘kişiler’- ki birkaç yıla kalmaz onların da esameleri okunmayacak- hala ‘yarayı kaşıma’ ve ‘Kürt’ tarafını rencide etme çabasında.
Sadece çaba değil, hatta yarışındalar.
Hangimiz daha çok ‘ama’ ile başlayan cümle kurabiliriz kurnazlığıyla çalışıyorlar.
Silahlar susuyor AMA.
Çatışmalı ortam sonra erecek AMA.
İnsanlar ölmeyecek AMA.
Daha çok Demokrasi ve hukukun üstünlüğü AMA.
Müreffeh bir coğrafya olmamız için çabalamalıyız AMA.
Bin yıllık kardeşliği pekiştirmeliyiz AMA.
Her AMA’nın insan hayatında birçok keşke eklediğini bilenler bilir.
Her ‘keşke’nin, geçmişin nasıl da haksız ve gereksizce zehirleştirdiğini de.
Çok açık söylemekte yarar var ki, bu ‘kişiler’, adı her ne ise devam edegelen ‘süreç’ için birer zehirli dildirler.
Öyle silah bırakmak, sınırların ötesine çekilmek, operasyonları sonlandırmak, demokratik haklar için çabalamaktan çok bu ‘kişilerin’ ekran ve gazetelerden uzak tutulması gerekiyor.
Elleri kalem tutan ve siyaset yapan insanların bu durum karşısında bir ‘galip ile mağlubun’ olmadığını hem düşünmeli hem de içselleştirmelidirler.
Kazananın sadece ‘barış’ denilen o muhteşem olgunun olduğunu kabul etmeyenler, kan ve kinin devamını isteyen ve buna çanak tutanladır desek yanlış sayılmayız sanırım.
Sanırım değil, çıkalım sokaklara ve soralım insanlara.
Biraz vicdanı olan ve içinde insan sevgisine dair bir kırıntı bulunan herkes bu minvalde fikir beyan edecektir.
Bir yerde ‘anlıyorum, onlar da ekmek parası peşinde’ diyeceğim ama dilimden ‘ekmek mi barış mı daha hayati?’ diye cümle dökülüveriyor.
Birçok kişi acı çekti, korkunç bedeller verdi, canından – cananından oldu.
Birçok kişi yerinden yurdundan oldu, yok sayıldı, evlat ana-babasına doyamadı, ana-babalar ise evlatlarına.
Ama o kadar kuralsız bir durumdu ki, acıları da sevgileri de barışı da kategorize ettiler.
Senin ölün benim ölüm diye ortadan ikiye böldüler.
‘Benim çektiğim acı senin acını döver’ demedikleri kaldı.
Hem de ‘bu ülkeyi kimselere böldürmeyiz’ diyen koca koca insanlara rağmen.
Oysa, dünyanın en güzel şeyidir ‘barış’ ve elbette ki ‘barış içinde yaşamak’.
Nereden mi biliyorum?
Ortadoğu, Kafkasya, Balkanlar, Uzak Doğu, Afrika neredeyse kendisinin dışında yaşayan her coğrafyadaki insanın gitmek için can attığı ‘demokrasi yurtları olan Avrupa ülkelerinden’ biliyorum.
Çünkü o ülkeler; “Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur” mealindeki Kur’an ayetini bilerek ya da bilmeyerek yaşıyorlar.
Acıda ve sevinçte ortaklaşma denilen o olağanüstü insani durumu içselleştirmişler de ondan.
“Tamam PKK silah bıraktı AMA” ile başlayan her cümlenin sonu maalesef ki çözümsüzlüğe ve var olan sorunlar yumağının daha da büyümesine neden olur.
Kimse, yaşanan acıları yok saymıyor.
Saymamalı da ama "Barış her şeyi hazmeden mutluluktur" diyen Victor Hugo’nun hiç mi hakkı yok?
Elbette ki yerden göğe kadar haklıydı Victor.
Bunca yıldır yaşanmış acıların sadece ‘bir tarafını’ konuşmak ve konuşturmak ‘barışa’ hizmet etmeyeceğini düşünüyorum.
Belki acıların en ortasında yaşamış insanların elleri ve yürekleri öpülerek devam edilebilmeli bu sürece.
Ve o güzel eller ile yürekler birleştirilmelidir.
O hal ile güzel bir halay çekilir.
Güzel bir ‘barış halayı’.
Yoksa yazık olur kendimize de coğrafyamıza da.
Ne güzel demiş baba Yaşar; "Dağlar, insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa, şimdi en güzel şiir, barıştır."
Kitabın ortasından çıkmış bir söz.
O halde, o en güzel zamanları yaşamak için çok çalışmalıyız.
Üstelik, ‘amaları’ ile bu ortamı gerenlere rağmen.
O halde,
Haydi Şiire
Haydi Halaya
Haydi BARIŞ’a …