Sahte diploma meselesi, sadece bir bireyin kişisel ahlak sorunu değil aynı zamanda toplumsal çöküşün bir göstergesi haline geldi. Ne yazık ki bu tür hilekârlıklar artık yalnızca göz ardı edilen küçük dolandırıcılıklar değil, hayatlarımızı doğrudan etkileyen tehlikeli birer virüs gibi her alana sızıyor.
Bir düşünün, doktor olduğunu iddia eden biri, sahte bir diplomayla insanların canını emanet aldığı hastanelerde görev yapıyor olabilir.
Mühendislik diploması sahte olan biri, bir köprünün ya da binanın altına imzasını atıyor.
Öğretmen görünümlü biri, çocuklarımızın zihnini şekillendirme görevini üstleniyor.
Eskiler ne güzel demişler “Nîv doxtor mirovan ji can dike, nîv mele jî mirovan ji îman dike.”
Yazar burada ne demek istemiştir?
Kürtçe öğrenmekte fayda var…
Evet, yukarıda verdiğim birkaç örnek, sahte diploma ile sadece ‘bir pozisyona’ değil, doğrudan insanların yaşam hakkına göz dikmek anlamına da geliyor.
Oysa ‘kaliteli insanlar’, üzerine imitasyon bir şeyler giydiği zamanlarda bile, bir nebze utanır, sıkılır.
Tanınabileceği yerlerde, fellik fellik kaçar insanlardan.
Neredeyse her an herhangi birinin yanına yaklaşıp ‘giydiğin şey sahte’ diyeceği korkusu taşır.
İşte kaliteliliğin bir kısmı da böyledir.
Bu kadar hassas yaşıyorken insanlar, ‘ne ara böyle olduk’ dediğinizi duyar gibiyim. Korkarım ki uzun bir aradır böyleyiz de haberimiz yok kendimizden ve çevremizden.
Burada asıl mesele sadece sahte diplomayı düzenleyen veya kullanan kişiler değil. Asıl sorun, bu kişilerin nasıl olup da sistemin filtrelerine takılmadan kurumlara sızabildiği.
Elinde herhangi bir yerden aldığı ‘sahte’ diploma ile ‘iş’ için bir yerlere başvuranları araştırma görevi askıya alınmış sanırsınız.
Denetimsizlik mi, göz yummak mı, yoksa umursamazlık mı? Her biri ayrı ayrı irdelenmesi gereken başlıklar.
Ama korkarım ki çoğunlukla ‘göz yummak’ daha revaçta bizim ülkemizde.
Bunların dışında bir de, ‘sen getir diplomanı, sahte mahte fark etmez, ben seni yerleştiririm bir yerlere’ düşüncesinin de olduğunu unutmayalım.
Bir diğer trajik nokta var ki içler acısı. Gerçekten yıllarca emek verip gecesini gündüzüne katarak diploma alan, hakkıyla bir yerlere gelmeye çalışan insanlar, bir sahtekarla aynı masaya oturmak zorunda kalıyor. Aynı ortamı, aynı alanı velhasıl aynı hayatı yaşamak zorunda kalıyor.
Onca zaman, onca uykusuz geceler, onca yokluk içinde para bulma çabası da cabası tabi. Ama çoğu zaman, sahte diplomalıların ‘kıvrak ilişkileri’ sayesinde daha fazla yol kat ettiği bir düzende yaşıyoruz.
Üstelik o ‘sahtekarlar’ kocaman laflar ediyor, yalandan da olsa ‘diplomalı’ olmanın hakkını vermeye çalışıyorlar. Garip olan, bu tür insanlar hatırı sayılı oranda ‘alıcı’ da bulabiliyor.
Bu, yalnızca liyakati değil, insanın emeğine olan inancını da yerle bir ediyor.
‘Caka satmak’ deyimi boşuna değil. Sahte diplomayla bir makama oturmak, yalnızca hakkı olmayan bir koltuğa oturmak değil, aynı zamanda toplumun güvenini, emeğini ve geleceğini de çalmak anlamına geliyor.
Zira, sahte diplomayla alınan her görev, aslında bir başkasının hakkının gaspıdır. Ve bu gasp, zincirleme olarak daha büyük adaletsizliklere kapı aralar.
Bu meseleye karşı mücadele etmek yalnızca devletin ya da kurumların değil, hepimizin görevi. Her vatandaş, liyakatsizliğe ve sahtekârlığa karşı sesini yükseltmeli.
Denetim mekanizmaları güçlendirilmeli, cezalar caydırıcı olmalı. Aksi halde, sahte diplomalıların yönettiği bir gelecekte ne güven kalır, ne de umut.
Sonuç itibari ile, sahte diplomayla makama oturmak, sadece bireysel bir yolsuzluk değil, aynı zamanda toplumun ortak değerlerine yapılmış büyük bir ihanettir. Bu ihaneti önlemenin tek yolu, şeffaflık, denetim ve hak edene hakkını vermekle mümkündür.
Medeni ülkelerde, yapmayı taahhüt ettiği işi zamanında yapamadığı için intihar eden insanlar var. Ülkemizde bırakın böyle şeyi, bir özeleştriyi dahi duymak imkansız.