Kiminiz bana kızabilir ama etnik, dini, siyasal duruş ve dünya görüşleri benim için çok da önem arz etmiyor. Vicdan ve adalet duygusu ile haşir neşir olmayı daha anlamlı buluyorum.
O yüzden, ‘mutluluğu’ etnik, dini ve ideolojik kimliğimde değil, vicdan ve adalet söylemlerine ne kadar çok bağlı olmakla buluyorum. Bulmaya çalışıyorum belki de.
Ama işte Ortadoğu coğrafyasında yaşayanlar olarak, kader ve coğrafya ikilemi içinde debelenip duruyoruz.
Bir sürü ‘AMA’ ve sonrasında mutlaka gelen ‘KEŞKE’ söylemleri ile zehir ediyoruz birkaç yıllık ömrümüz.
Sosyal medyada denk gelmişsinizdir, bazen bir cafe bile iki ülkenin sınırı olabiliyor. Ya da bir otobanın iki yakası farklı ülkelere ait topraklar oluyor. Kimsenin çıtı bile çıkmıyor.
Ortada ne çakıl taşı edebiyatı ne de linç kültürü oluyor.
Türkiye’de toplumunda her şey güllük gülistanlık gibiymiş de Kürtler hep sorun ve dert yatarmışlar gibi bir düşünce var.
Kürdün adını duyduğunda cinnet getirecek kadar hastaların varlığından da haberdarız.
Fenerbahçe’ye sponsor olan Chobani yoğurt firması sahibi Hamdi Ulukaya’nın konuşmasında geçen ‘Türkiyeliler’ söylemi, ismi konmamış bir savaş başlattı adeta.
‘Ülke bölünüyor’ ile başlayan cümleleri ‘koca koca bilim ve siyaset’ insanları yazdı ve söyledi.
Oysa bilim, böyle bağnaz ve ırkçı yaklaşımları kabul etmez.
Son yıllarda siyasal, kültürel ve toplumsal tartışmaların odak noktalarından biri haline gelen “Türkiyelilik” kavramı, sadece bir kelime ya da etiket değil, kimlik, aidiyet ve vatandaşlık anlayışımızı yeniden sorgulatan bir çerçeve sunuyor.
Peki, bu kavram neden bu kadar tartışmalı?
Dahası, Türkiye toplumunun çok katmanlı yapısı içinde “Türkiyelilik” birleştirici bir üst kimlik olabilir mi?
“Türkiyelilik” kavramı, 1990’ların sonunda akademik çevrelerde ve sivil toplumda tartışılmaya başlandı. Temel amacı, etnik, dini, mezhepsel ya da kültürel farklılıkları gözetmeksizin, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı temelinde bir üst kimlik oluşturabilmekti. Tıpkı “Amerikalılık” gibi bir kimlik önerisiydi bu. Bir ulus-devletin içinde, farklılıkları dışlamadan bir bütünlük kurma çabası.
Ancak bu kavram, “Türklük” kavramıyla kimi zaman çatıştı, kimi zaman da onun alternatifi gibi algılandı. Oysa “Türkiyelilik”, çok daha kapsayıcı bir vatandaşlık kimliği önermekteydi.
Eleştirilerin çoğu, “Türklük” kavramının tarihsel, anayasal ve toplumsal olarak merkezi bir konumda olmasından kaynaklanıyor. Bir grup cuntacı tarafından, faşizan duygularla kaleme alınan 1982 Anayasası’nın 66. maddesinde açıkça belirtildiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı “Türk” kimliğiyle tanımlanıyor. O yüzden, “Türkiyelilik” önerisi, bazı çevreler tarafından ulusal bütünlüğe yönelik bir tehdit olarak görüldü.
Türk olan ya da kendisini Türk hisseden birine laf söylemek en hafif tabirle ne kadar edepsizlikse, Türk olmadığı halde Türk olmalısın, zorundasın gibi yaklaşımlar da o denli edepsizcedir.
Öte yandan, özellikle Kürt, Ermeni, Alevi ve diğer etnik-dini gruplardan bireyler için ‘Türklük’ kavramı dışlayıcı bir yapı olarak algılandığından –ki uygulama öyle-, ‘Türkiyelilik’ onların da kendilerini ait hissedebileceği bir zemin öneriyor.
Gerçi kavramın içeriği hâlâ tam anlamıyla net değil. Böylece ismi ve sınırları çizilmemiş bir aidiyetin toplumsal karşılık bulması da zorlaşıyor.
Bugün dünya genelinde çok kültürlülük, kimlik politikaları ve vatandaşlık üzerine yürütülen tartışmalar, bize yeni pencereler açıyor. Bu bağlamda ‘Türkiyelilik’ gibi kapsayıcı kimlik önerileri, Türkiye’nin de bu yeni küresel gerçekliğe uyum sağlaması açısından değerlendirilebilir.
Ancak her kavramsal öneri gibi ‘Türkiyelilik’ de toplumsal bir mutabakatla anlam kazanabilir. Dayatma değil, diyalog ve ortak bir dil üzerinden inşa edilmelidir.
Kimsenin kimliğini tehdit etmeyen ama herkesin kendini ait hissedebileceği bir çerçeve.
Kavramlar, toplumların ihtiyaçları doğrultusunda gelişir, dönüşür ya da terk edilir. Toplumsal barış, demokratikleşme ve birlikte yaşama kültürü için bu tür üst kimlik arayışlarını yasaklı kelimeler gibi görmek yerine, açık ve samimi biçimde tartışmalıyız.
Çünkü, eğer bu topraklarda birlikte yaşamaya devam edeceksek, birbirimizi tanımakla ve ortak bir dil kurmakla başlamalıyız. Kim bilir belki ‘Türkiyelilik’ bu dilin adı olabilir.