İnsanlar, çok doğal olarak politik bir tercih yaparlar ve sonra bu tercihleri için çabalarlar.
Ama bu çaba, demokratik teamüller çerçevesinde olmalı.
Kendilerine en çok hitap edene bir partiye üye olurlar. Bu durum onlara, o parti içinde yönetici ve bir seçim yarışında seçilme şansı da verir.
Bu hemen ve hızlı olmaz tabi. İyi ve çok çalışmak gerek.
Sorun ve konulara vakıf olmayı, seçmenine dokunabilmeyi ve sorunlar karşısında çözüm üretme beceresine sahip olmayı gerektirir.
Sonra seçimlere girilir kazanılır. İyi ve ehil insanlardan oluşan bir ekiple kolları sıvar. O vaatlerini hızlı ve en zorunludan başlayarak hayata geçirmeye çabalar.
Amaç, bir sonraki seçimleri de kazanıp makama kazık çakmak değil, yaşadıkları beldeyi ve ülkeyi güzelleştirmek, insanların hayatlarını kolaylaştırmaktır.
Yok girilen seçimlerde kazanmazsa kişi, seçimlerden sonra proje ve programını kazanmış şahıs verir ve gerekirse birlikte çalışılabileceğinin teminatını verir.
Çünkü amaç, yaşadıkları coğrafya oradaki insanlardır.
Çok güzel bir profil çizdim değil mi?
Ve bu profilin Ortadoğu coğrafyası ile alakası olmadığını da hemen çözmüş olmalısınız.
Gelelim bize ve bir bütün bu coğrafyamıza.
İnsanlar gelecek ve kişisel ikbal için herhangi bir politik tercih yaparlar. Amaç, kendi ve kendine bağlı olanların geleceklerini ‘teminat’ altına almaktır genellikle.
Sonra bir partiye üye olunur ve hiç bilgisi olmadan en çok bağırır, en çok meydanlara çıkar ve en çok aktivitede bulunur.
Amaç, yer edinmek tabi.
Göz doldurur ve herhangi bir ‘koltuk’ için aday olur.
Elinden geldiğince ‘sevimli ve ilgili’ görünmeye çalışır.
Hayatında görmediği yerlere ziyarette bulunur, seçim öncesi ve muhtemelen seçim sonrası ellerini sıkmaktan bile uzak durak seçmenlerle kucaklaşır, canım ciğerim olur.
O sırada tabi vaatlerin bini bir paraya pazara düşer.
Kimsenin hayal edemeyeceği vaatler verilir. O değil, olması mümkün olmayan vaatler bile verilir.
Amaç, ‘koltuk ve kişisel ikbal’.
Selamlaştıkları her kese ‘iş’ vaadi, ziyaret edilen her yere ‘fabrika’ sözü verilir.
Söz bu, uçar gider zaten.
Olur ya da olmazına bakmadan, her talebe ‘evet’ denir, eşyanın tabiatına aykırı projeleri sıralanır.
Etraflarında tuttukları kimi ‘dostlar’, onları bir kahraman göstermek için şehir efsanelerine bile başvurur. Tabi onun da bir sebebi var. Anladınız siz onu.
Sonra es kaza da olsa bu ‘kahraman’ seçilir ve koltuğuna oturur.
Tebrikler, çiçekler, kolonyalar.
Yeniden dizayn edilen makam odaları, korumalar, lüks makam araçları.
Mazbatayı aldığı andan itibaren düşünülen tek şey, geleceğimi nasıl teminat altına alırım ve bir sonraki seçimlerde nasıl koltuğu korurum.
Aslında bunun için, ‘halkı dinlemek’ olduğunu bilse ve ona göre hareket etse zor değil ama işte dert başka.
Sonra, o canım ciğerim deyip sarıldıkları ile arasına bir duvar örülür.
Verilen vaatlerin hiç imkanı olmadığının gerçekliği ile yüz yüze kalıp yüz çevirir.
Herkesi değil, birince derecede yakınlarını ya da seçimleri kazanma durumundan ‘borçlu’ kaldıklarının tanıdıklarını işe alır ve diğerleri oyun dışı kalır.
Aynı o ‘borçlularının’ hayatlarını kolaylaştırmak için ziyadesiyle çaba içinde olur.
Dur diyen birileri çıkar gibi olur bazen, maalesef ki fazla yürüyemez.
İnsanlar deli gibi şikayet eder ve hatta ah eder ama bir sonraki sandık kurulum gününde yine gider ona veriri.
Ve bu döngü devam eder.
Ve bu coğrafyaya da, ‘gelişmemekte ısrar eden’ yer denir.
Ve biz de tam da o yerin orta yerinde çalışıyoruz.
Son söz; Demokrasi ve Medeniyet güzel şey.
Çok uzaklarda böyle yerler var, gitmesek de bize uğraması imkansıza yakın da olsa ‘Demokrasi Ve Medeniyet Güzel Şey’…