Baştan söylemek durumundayım, Türkiye’de toplumu tamamen yanlış ve yanlı yönlendiren şey ‘medya ve siyasetteki dildir’.
O kadar kışkırtıcı, o kadar ötekileştirici ve o kadar kamplaştırıcı ki en sıradan bir farklılık bile en azılı ‘düşmanlık’ olarak sunulabiliyor.
Son zamanlarda bunun toplumdaki karşılığını futbol sahalarında görüyoruz.
Gerçi son zamanlarda değil, konu Amedspor olunca, bu durum uzun, uzun yıllardır var. Futbol, milyonlarca insanı bir araya getiren bir tutku. Kimileri için ciddi bir stres atma yolu.
Yeşil sahalar rekabetin, dostluğun ve fair-play ruhunun yaşandığı yerler olmalı. Bunun hayat bulması için herkes çabalamalı, elini her tür taşın altına koymalı.
Ancak 16 Aralık’ta Somaspor ile Bursaspor arasında oynanan maçta yaşananlar, bu ruhla bağdaşmayacak derecede çirkin ve kabul edilemez bir manzaraya sahne oldu.
Sadece bu ruhla değil, insanlık ve vicdanın ruhuna da aykırı bir tavırdı.Hemen hepimiz izledik ve duyduk tribünlerde bir grup taraftarın yaptığı galiz küfürleri.Kürt siyasetinin önemli simalarından ve Kürtler tarafından çok değer gören eski milletvekili Leyla Zana’ya yönelik cinsiyetçi, ırkçı ve küfürlü tezahüratlar yapılması hiçbir mazeretle açıklanamaz.
Ama ve fakat cümleleri def edilerek kınanmalı ve gerekli hukuki işlemler de başlatılmalı. Bu söylemler sadece bir spor müsabakası sırasında atılmış sloganlar değildir. Aynı zamanda toplumun bir kesimine yani Kürtler’e yönelik nefret ve düşmanlığın açığa çıktığı bir provokasyondur.
Bu davranış biçimi, sporun birleştirici gücüne gölge düşürmektedir. Bununla birlikte, toplumsal mutabakat ve muhabbeti de dinamitlemektedir. Mesela Bundesliga ekiplerinden VfB Stuttgart forması giymen Deniz Undav’a yönelik yapılanlar.
Adam Kürt olduğunu söylediği için olmadık hakaret ve iftiralara maruz kaldı. Hatta sözde yorumcu biri hakaretlerini ekranlarda yaptı. Bu durumu ‘medya’ böyle parlatıp toplumun kucağına bıraktı. E zaten ‘Vatan-Millet-Sakarya’ edebiyatıyla beslenen toplum da böyle bir şey bekliyordu gibi linçe başladı.
Ama Leyla Zana olayı biraz daha farklı.
Türkiye’de siyaset yapan, her kesim tarafından kabul ve makbul görülen ve tek derdinin ‘onurlu ve kalıcı bir barışın tesisi’ olduğunu ifade eden bir kadına koro halinde yapılan çirkinlikler yorum ve tartışmaya uzak bir durum.
Sadece spor kamuoyundan değil, siyaset, sivil toplumdan ve toplumun farklı kesimlerinden de tepkiler yağdı. Ruhlarında yuva yapmış olan ırkçılığın pençesinden kurtulan hemen herkes dayanışma dileklerini ilettiler.
Ama hem o çirkinlikleri yapan takımın yöneticileri hem de milliyetçiliği artık ırkçılık kıvamında yaşayan kimi kişiler, bırakın özür dilemeyi destekler nitelikte duruş sergilediler. ‘Üstelik yapılan çirkinlik doğrudur ve yapılması devam edilmelidir’ anlamına gelecek tavırlar içine girdiler. Kuşkusuz bu olayda yalnızca Leyla Zana hedef alınmadı. Kadınlara, Kürt kimliğine ve toplumun birlikte yaşama iradesine yönelik bir nefret söylemi sahnelendi.
Irkçılık ve cinsiyetçilik tribünlere taşındığında, spor alanı bir nefret arenasına dönüşür. Bu, yalnızca bir futbol maçı meselesi değildir. Toplumsal barış ve birlikte yaşam ilkelerine yapılan bir saldırıdır.
Elbette, birkaç kişi tarafından söylenen sözlerin tüm Bursasporlu taraftarları temsil etmediğini söyleyenler olacaktır. Ancak bu sözlerin yeterince çabuk ve net bir şekilde kulüp tarafından reddedilmemesi, bu çirkin tutumları normalleştirme riskini taşıyor.
Sporun ruhunu savunan herkesin görevi, nefret dilini teşhir etmek ve ona karşı durmaktır. Pardon, sporun ruhu deyip konuyu niye dar bir alana hapsediyorum ki. Hayatın ruhuna.
Demokrasinin ve de barışın ruhuna demek daha doğru olacaktır. Futbol tribünlerinde ve siyaset sahnesinde nefret değil saygı hâkim olmalıdır. Rakiplerimize karşı hoşgörüsüzlük değil, en azından temel insan haklarına saygı olmalıdır.
Bir maçta söylenen sloganlar sadece o anı değil, toplumun değerlerini ve birlikteliğini de yansıtır. Ve bu değerler, tribünlerde küfürlü ve ayrımcı tezahüratlar tarafından gölgelenmemelidir.
Tribünler, futbolun nefreti değil, sevgiyi, saygıyı ve bir arada olma ruhunu yaşattığı yerler olmalı. Başka türlü olması hiçbirimizin kabul edemeyeceği bir tablodur.
Bu anlamda Leyla Zana’ya yapılan çirkin saldırıyı en içten duygularımla ret ve lanetliyorum.