Geçtiğimiz gün bir alışveriş merkezinde küçük bir kız çocuğu dikkatimi çekti.
Bebek arabasında oturuyordu; gözleri kocaman, yanakları pembeydi…
İnsan ister istemez böyle bir çocuğa gülümsediğinde bir tepki bekliyor: meraklı bir bakış, hafif bir gülümseme ya da başını çevirip etrafı keşfetme çabası.
Fakat bu kez farklıydı. Küçük kız, etrafındaki kalabalığı, renkleri, sesleri görmüyordu bile.
Görüş alanına yerleşmiş telefon ekranına kilitlenmişti.
Babası arabayı sürüyor, o ise adeta dünyadan kopuk bir şekilde görüntü kaydırıyordu.
Aslında bu sahne artık hepimizin tanıdığı bir manzara.
Restoranlarda, parklarda, misafirliklerde…
Çocukların ellerinde ekran, yetişkinlerin ellerinde bir tür teslimiyet hissi. “Biraz oyalansın, sessiz dursun, yemek boyunca sorun çıkarmasın…” derken telefon, ebeveynliğin acil durum butonu hâline geldi.
Oysa araştırmalar bunun sadece geçici bir çözüm değil, uzun vadeli bir risk olduğunu gösteriyor.
Uzmanlar 2 yaş altındaki çocukların ekrana maruziyetinin dil gelişimini, dikkat süresini, hatta sosyal iletişim becerilerini olumsuz etkilediğini vurguluyor.
Çünkü çocuk, dünyayı dokunarak, görerek, dinleyerek ve en önemlisi karşılıklı etkileşim kurarak öğreniyor.
Bir yetişkinin mimiklerini izlemek, bir nesnenin dokusunu hissetmek, etrafındaki sesleri ayırt etmek…
Tüm bunlar, bir ekranın sağlayamayacağı gerçek hayat deneyimleri.
Sorun sadece çocukların ekran kullanması değil; yetişkinlerin çocuklarla kaliteli zaman geçirme kapasitesinin azalması.
Birçok ebeveyn, farkında olmadan, çocuğun ihtiyaç duyduğu en temel ilgiyi bir uygulamaya devrediyor.
Halbuki bir çocuğun göz göze gelmesi, bir seslenişe cevap vermesi, sosyal bağın ilk adımlarını oluşturuyor.
Bu durum, yalnızca aile içinde değil, toplum genelinde de önemli bir dönüşüm yaratıyor.
Çocuklar artık sıkıldıklarında hayal kurmak yerine ekrana dönüyor; bir problemle karşılaştıklarında sabır göstermek yerine hızlı içeriklerle teselli buluyor.
Tüm bunlar, gelecekteki neslin nasıl bir dikkat süresine, nasıl bir duygusal dayanıklılığa sahip olacağını da şekillendiriyor.
Peki alternatif ne?
Sihirli bir formül yok; fakat küçük adımlar büyük farklar yaratıyor.
Bir çocuğu ekranla susturmak yerine onunla kısa bir sohbet etmek, yürürken etraftaki nesneleri göstermek, bir oyun kurmak, sorular sormak…
Bunların hepsi hem bağ kurmayı güçlendiriyor hem de çocuğun gelişimine katkı sağlıyor.
Çünkü gerçek dünya, bir ekranın veremeyeceği kadar zengin, karmaşık ve öğretici.
Alışveriş merkezinde gördüğüm o küçük kız, belki de bugünün en basit sorusunu hatırlattı bana: Biz çocukları büyütüyor muyuz, yoksa ekranlar mı onları büyütüyor?
Bazı soruların cevabı zor değildir ama yüzümüze bakmayı gerektirir.
Çocuklar bize bakmadan büyüdüğünde ise, o cevap çok daha acı olur.