Hafıza bir yüzleşmeye olanak sağlar, yüzleşme ise barışa giden yolu temizler ve yasın hafiflemesine imkan sağlar. Yoksa ne Tahir Elçi'yi ne de diğerlerinin hatırasını unutmayacağız elbette.

10 yıl önce bugün, Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi, merkez Sur ilçesinde, Dört Ayaklı Minare'nin önünde öldürüldü. Bu soğuk haber cümlesinin, peş peşe gelecek ölümlerin habercisi olduğunu şehirde yaşayan herkes hissediyordu.

Sıradan bir insan değildi öldürülen, Diyarbakır Barosu'nun başkanıydı. Diyarbakır Barosu sadece bir meslek örgütü değildir. Memleketin siyasal, kültürel ve sosyal meselelerine de müdahale eden ve çözümler üretmeye çalışan bir örgütlenme biçimini tercih etmiş ve faaliyetlerini hep bu doğrultuda yürütmüştü. Nitekim Tahir Elçi de tırmanan şiddet ve çatışmalara Baro Başkanı vasfıyla müdahil olmuş, mağdurların yanında durmuştu.
Katıldığı televizyon programında da devletin "barış sürecine" aykırı uygulamalarını eleştiriyor, meselelerin demokratik yol ve yöntemlerle çözümünü savunuyordu. Programdan sonra hakkında dava açıldı ve medya lincine uğradı, sayısız tehditlere maruz kaldı. Kendisine yönelik tehditlere sosyal medya hesabından şöyle cevap verecekti: "CNNTÜRK'teki sözlerimiz nedeniyle öldürme biçimiyle birlikte tehdit edenler: Sizden korkan sizin gibi alçak olsun."
Burada bir parantez açmak gerekiyor: Tahir Elçi, söz konusu programda MHP Milletvekili Uygar Aktan ve CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan ile tartışıyor ve "CHP'yle MHP çözüm sürecine aynı eşitlikte karşılar" diyordu. 10 yıl sonra "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı" sonrası "Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu" kuruldu. Bu komisyonun kurulmasında ve işlev kazanmasında MHP'nin üstlendiği rol biliniyor. 10 yılda köprünün altından çok sular akmış olabilir fakat hem köprüyü hem de suyu unutmamak gerekiyor. Bir öç almak duygusuyla değil, tarihe not düşmek için.
Vurulduğu gün, şehrin sembol eserlerinden bir olan Dört Ayaklı Minare'nin ve diğer eserlerin haklarını savunmak için Sur ilçesine gitmişti Tahir Elçi. Diyarbakır olağanüstü bir zamandan geçiyordu ve Sur ilçesine giderek Dört Ayaklı Minare'nin önünde basın açıklaması yapmak hakikaten cesaret istiyordu. Cesaretinin bedeli ağır oldu, Elçi, bu bedeli canıyla ödedi.

Tahir Elçi'nin vurulması, bir işaret fişeği niteliğindeydi. Her alanda vahşi bir sürecin yürütüleceğine dair güçlü bir işaret...
Öyle de oldu. Sur, Cizre, Nusaybin ve diğer ilçelerde benzeri görülmemiş saldırılar gerçekleşti. Herkesin gözü önünde bodrumlarda insanlar katledildi. Çocukların cesetleri, çürümesin diye, dondurucuda saklandı. Annelerin cesetleri günlerce sokak ortasında kaldı.
Bütün bunların üzerinden 10 yıl geçti ve şimdi, Tahir Elçi'nin vurulduğu sokak turistik gezi için kullanılan bir güzergah oldu. Dört Ayaklı Minare'nin önünde her gün onlarca kişi fotoğraf çektiriyor. Fotoğraf çektiren çoğu kişinin aklına bile gelmiyor minarenin ayaklarındaki kurşun izlerine bakmak. Tahir Elçi'nin burada vurulduğu bile unutuldu sanki.
Hayat devam ediyor. Bu haklı cümle insanın kendisini acılara karşı savunma biçimidir. Olan oldu, yaşananlar yaşandı ve hayat devam ediyor.
Ancak hem kişisel hem de toplumsal bir hafızaya ihtiyaç duyduğumuz da muhakkak. Bu ihtiyaç benzer felaketlere bir kez daha maruz kalmamak için önemlidir. Ayrıca 10 yıl önce yaşananlara sünger çekmek, en başta Tahir Elçi'ye ve savunduğu değerlere büyük haksızlık olacaktır.
Hafızayı korumak, diri tutmak için ne yapılmalı? Film çekmeli, kitap yazmalı, vakıf kurmalı...
Gazeteci Serdar Korucu, "Bu Yas Bitmez" (Kor Kitap) kitabıyla bunu deniyor işte. 10 yıl önce yaşananları, tanıkların anlattıklarıyla tarihe not düşüyor ve toplumsal bir hafızanın oluşmasına katkı sağlıyor.
"Cizre, Silopi, Beytüşşebap, Sur, Yüksekova ve Nusaybin'dekiler Anlatıyor, 2015-2016" altbaşlığını taşıyan kitapta Korucu, çatışmalarda yaşamını yitiren sivillerin aileleriyle yaptığı görüşmeleri derlemiş.
Korucu, yaklaşık 80 sayfada 2015-2016 yılında bölgenin birçok il ve ilçesinde ilan edilen sokağa çıkma yasağı sırasında yaşananları, raporlardan ve medyaya yansıyanlardan da yararlanarak derli toplu bir şekilde anlatıyor. Ardından, çatışmalarda öldürülen sivillerin, kadınların ve çocukların yakınlarına bırakıyor sözü.
Hafızası diri olanlar için cesedi günlerce sokak ortasında bekletilen Taybet İnan'ın hikayesi yabancı gelmeyecektir. Fakat, öldürüldükten sonra Taybet Ana olarak bilince çıkarılan İnan'ın hikayesinin kitap sayfasında kalıcı şekilde yer alması önemlidir. Cesedi çürümesin diye dondurucuda bekletilen Cemile Çağırga'nın ve diğerlerinin hikayesi de öyle...
Bütün bu bilgiler, yukarıda da yazdım, bir öç alma duygusuyla değil, bir hafıza oluşturmak için önemli. Hafıza bir yüzleşmeye olanak sağlar, yüzleşme ise barışa giden yolu temizler ve yasın hafiflemesine imkan sağlar. Yoksa ne Tahir Elçi'yi ne de diğerlerinin hatırasını unutmayacağız elbette.
Serdar Korucu, yakınlarını kaybetmiş insanların gözyaşlarına ve yasına tanıklık ederek bu hafızanın oluşturulmasına katkı sunmaya çalıştı, "Bu Yas Bitmez" kitabıyla. Eline, emeğine sağlık Serdar Korucu, hiç kolay olmayan bir işin üstesinden geldiğin için.