Dünya, Soğuk Savaş’ın ardından nükleer dehşetin görece gölgesinde yaşarken, Güney Asya’da sessiz bir saatli bomba hiç durmadan tıklamaya devam etti: Hindistan ve Pakistan.
İki ülke arasındaki Kaşmir sorunu, sadece yerel bir toprak kavgası değil; aynı zamanda insanlığın kaderini şekillendirebilecek bir nükleer hesaplaşmanın da kapısını aralayan kırılgan bir fay hattıdır.
KAŞMİR: BÖLÜNMÜŞ BİR CENNET
Hindistan ve Pakistan, 1947’de Britanya Hindistan’ının bölünmesiyle kurulan iki komşu devlettir. Ancak bölünme, en başından itibaren sancılı oldu. Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu Kaşmir bölgesi, Pakistan tarafından hak iddia edilen; ancak Hindistan’ın anayasal olarak entegre ettiği tartışmalı bir bölge olarak kaldı. Bu durum, 1947, 1965 ve 1999 yıllarında üç büyük savaşa yol açtı. Günümüzde her iki ülke de Kaşmir’in parçalarını kontrol etmekte, ancak tamamı üzerinde hak iddia etmektedir.
Bugün ise sınırdaki top atışları, insansız hava araçları ve sertleşen diplomatik diller, yeni bir çatışma dalgasının sinyallerini veriyor. Üstelik bu kez tehlike sadece kurşunlarla sınırlı değil; söz konusu olan, insanlık tarihinin en karanlık silahlarının kullanılması ihtimali.
NÜKLEER SİLAHLAR VE ÇILGINLIK DOKTRİNİ
Dünya üzerinde şu an dokuz ülkenin nükleer silaha sahip olduğu biliniyor: Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, Çin, Fransa, Birleşik Krallık, Hindistan, Pakistan, Kuzey Kore ve İsrail (İsrail resmen kabul etmese de geniş çaplı bir nükleer cephaneye sahip olduğu düşünülüyor). Bu ülkelerin toplam nükleer başlık sayısı 12 binin üzerinde. Ancak asıl sorun sayılarda değil; bu başlıkların kimin elinde olduğu ve ne zaman kullanılacağına nasıl karar verileceğindedir.
Hindistan ve Pakistan arasındaki nükleer denge, stratejik olarak “karşılıklı garantili yok oluş” (MutuallyAssuredDestruction) doktrini üzerine kurulu. Ancak bu denge sanıldığı kadar istikrarlı değil. Her iki ülkede de milliyetçi söylemlerin yükseldiği, kamuoyunun saldırgan politikaları desteklediği ve askeri kontrol mekanizmalarının tartışmalı olduğu bir ortamda, “yanlış hesaplama” ya da “ani bir tırmanış” olasılığı insanlığı felakete sürükleyebilir.
LİDERLER VE TEHLİKELİ OYUNLAR
Nükleer güç sahibi ülkelerin liderleri, sadece ulusal çıkarları değil, psikolojik ve ideolojik yapılarıyla da bu silahların potansiyel kullanım riskini artırıyor. Pakistan’da ordu, dış politikada güçlü bir aktör; Hindistan’da ise Başbakan NarendraModi, Hindu milliyetçiliği üzerinden sert bir dış politika izliyor. Kuzey Kore’de ise nükleer silahlar rejimin hayatta kalma garantisi olarak görülüyor. Bu liderlerin çoğu popülizm, otoriterleşme ve içerideki politik baskıları dış düşman yaratımıyla dengelemeye çalışıyor. İşte tam bu nedenle, nükleer silahlar artık sadece “savaş caydırıcısı” değil, birer iç politika aracı hâline gelmiş durumda.
ÇİN, ABD VE SESSİZ MÜCADELE
Peki bu denklemde büyük güçler nerede duruyor? Çin, tarihsel olarak Pakistan’ın askeri ve ekonomik destekçisi olmuştur. Pakistan, Çin’in “Bir Kuşak Bir Yol” projesi açısından stratejik öneme sahiptir. Bu nedenle Çin, Hindistan’ın bölgesel güç olarak yükselmesini dengelemek için Pakistan’a yatırım yapmaktadır. Öte yandan ABD ise son yıllarda Hindistan’la askeri ve ekonomik ilişkilerini derinleştirdi. Bu tercih, bir yönüyle Çin’i çevreleme stratejisinin parçası olarak da okunabilir.
Bu nedenle Hindistan ile Pakistan arasındaki çatışmalar sadece yerel değil; Çin ile ABD arasında şekillenen yeni Soğuk Savaş’ın da bir cephesi hâline geliyor. Bu, doğrudan silahlı çatışma olmasa da bir “ekonomik savaş” ve nüfuz mücadelesidir. Kaşmir, bu küresel satrançta küçük bir kare gibi görünse de oyunun seyrini değiştirecek güçtedir.
NÜKLEER SAVAŞ: İNSANLIĞIN SONU MU?
Bir nükleer savaşın etkileri, savaşan ülkelerle sınırlı kalmaz. Atmosfere salınacak radyoaktif parçacıklar, küresel iklimi etkileyebilir; tarım üretimi düşebilir; milyonlarca insan doğrudan veya dolaylı şekilde hayatını kaybedebilir. Modern hesaplamalar, sınırlı bir nükleer savaşın bile “nükleer kış”a yol açarak dünya çapında açlık ve göç dalgalarına neden olabileceğini gösteriyor.
Birleşmiş Milletler ve nükleer silahsızlanma savunucuları, her fırsatta bu silahların tehlikesine dikkat çekiyor. Ancak uluslararası hukuk, nükleer güçleri kontrol etmekte yetersiz kalıyor. Barış, hala liderlerin vicdanına ve kamuoyunun sağduyusuna emanet.
SONUÇ: AKIL, SİYASETTEN ÜSTÜN OLMALI
Bugün Hindistan ve Pakistan arasında yaşanabilecek bir savaş, belki de insanlık tarihinin en kısa ve en yıkıcı savaşı olabilir. Bu nedenle sadece diplomasi değil, sivil toplumun, medyanın ve küresel kamuoyunun da barışı öncelemesi gerekiyor. Çünkü nükleer bir düğmeye basıldığında, o kararın geri dönüşü yoktur. Her zaman hatırlattığım gibi savaşın kazananı olmaz. Özellikle de nükleer savaşın.
Sevgiyle kalın.