Dan Brown Cehennem’inde der ki; “Cehennemin en karanlık yeri, buhran dönemlerinde tarafsız kalanlar için ayrılmıştır.” Doğrusu Medeni Dilek’in otobiyografik kitabı “Tok evin aç kedileri”ni* okuyup bitirdikten sonra bu cümle ekseninde kendimle konuştum adeta! Şimdi sahi bu okuduğum neydi dedim kendime?

Filmografik bir kurgu metin miydi? Yoksa hayatın içinden akıp gelen ve araya hiçbir kurgusal ekleme yapılmadan orta yere dökülüvermiş geniş bir aile üzerinden insanın kendi coğrafyası ile örülü hayata tutunma serüveni miydi okuduğum!

İkincisiydi elbette. Ne yaşanmışsa oydu anlatılan bütün hikâye. 
Henüz on yaşına gelmeden köyünde çobanlık, sonra arkadaşıyla evden-köyden kopup-kaçış Mersin’de tatlı satıcılığı, İstanbul’da garsonluk ve ardı arkası kesintisiz bir uzun yolculuk hikâyesi.

Medeni Dilek 2024’ün Diyarbekir’inde hayli itibarlı ve organize sanayi bölgesinde kendi ifadesiyle Türkiye’de ilk üçe girebilecek bir marka yaratmış iş insanı.
“Alvero” demiş mobilya fabrikasının adına; Alışveriş’in Al’ı Ver’i ile Kürtçe’de gün, aydınlık anlamına gelen Ro’yu bir araya getirerek önemli bir marka kimlik yaratmış, zekası, çabasıyla.

Ortakları var, kalabalık ve kırla-köyle hayli güçlü bağları olan ailesi de var elbette işin içinde! Ama o hep kendi yaratıcı, kıvrak zekasıyla kalabalıklar, engeller, en yakınındakilerden yediği çelmeler darbelere direnerek iyi dostluklar kurmuş ve sağlamış olmasına karşın, aslında yalnız bir adam.

Kitap boyunca o yalnızlığı ve kendi aklını geliştirme azmini sayfa sayfa okuyarak hissettim. Meydan okuyuşlarını da, sabrını tevekkülünü de okudum. 
Koca koca şirketlerin en tepesindekilere öfkesinin yanında, ikna kabiliyetini de! Kumar makinesinin tuşuna dokunurken Tanrı’dan ihtiyacı olanı dilerken ki ricasını da!
Alman yazar Johannes Mario Simmel’in çok yıllar evvel okuduğum Türkçe’de iki ayrı basımla “Yalnız Havyarla Yaşanmaz” ve “Papaz Her Zaman Pilav Yemez” ismleriyle yayınlanıp çok okunmuş bir kitabı var.

Orijinal ismi de “Yalnız Havyarla Yaşanmaz” olan romanın kahramanı İkinci Dünya savaşı yıllarında diplomatlarla, devlet yetkilileriyle yemek yiyip onlardan bilgi sızdıran bir casustur. Roman kahramanı Casus Lieven o yemekleri kendisi bizzat yapar, tariflerini de verir ve istediği bilgileri de alır. 

Medeni Dilek kendisi yemek yapmasa da, hatta tarif vermese de iş ilişkilerinde yemek mevzuuna bir gastronom gibi önem verdiğini kitapta anlatıyor. Merak ettim acaba Simmel’in kitabını okumuş mudur? Ki, çok okuyan biri olduğunu zaten kitabından öğrenmiş oldum.

Beni, Medeni Dilek’le buluşturan kimilerine göre tuhaf ve tuhaf olduğu kadar da çok erdemli olan şehre sevdalı olma ruh hâli. Bir çeşit “Mekân Ruhu” buluşması diyelim isterseniz adına.

Medeni Dilek’in ifadesiyle “Diyarbakırlı olmanın itibarı var” dedirten yüksek sesli vurgunun aidiyeti diyeyim artık ve siz de anlamış olun.
Güzel gülen ve gülerken de güven veren bir adam.

Dan Brown’un cehennemin karanlık yerinin buhran vakitlerinde tarafsız kalanlar için ayrıldığı sözünü başlık altına elbette boşuna yazmadım.

Çünkü; haklı olmaktan, doğrudan, dürüstlükten, adaletten: özetle bu verili tuhaf zamanlarda anılan bu değerlerin artık nerdeyse esamesinin dahi okunmaması “geçer akçe” gibi pazarlanırken! İnadına o ulvi değerler için gayret göstermek!


İşte sanki bütün hikâye burada kilitli. 
Japon’lar dermiş ki; “Kendini öven insan patates misalidir. Ve yeri de toprağın altıdır.” 
Bu özlü söze yürekten inanarak; “otuzbeşimde öldürüp seksenimde beni gömemezsiniz” ilkesine dört elle sarılarak battığı anda, yeniden dirilip toparlanmanın tarihini yazmış sanki Medeni Dilek; Tok evin aç kedisi’nde…
Okuyun, özellikle kariyer günleri hesabı-kitabı yapan iş dünyası okusun isterim. Bu özgüveni sahiden tavan yapmış iş insanı-yazarın kitabını.
Okuyunca hüzünle keyif arası epey git-geller hissederek bitirdim kitabı.
Okuyun pişman olmazsınız…
*Medeni Dilek, Tok evin aç kedisi. Doğan yy.2023.İST.
Mart 2024 Diyarbekir / Şeyhmus Diken