“Millet açsa AVM’ler neden dolu?” sorusu, son yıllarda ekonomik tartışmaların en sık tekrarlanan cümlelerinden biri.

Kafeler dolu, restoranlarda yer bulmak zor, sokakta herkesin elinde son model telefon, otoparklar yeni araçlarla dolu.

Bu manzara ilk bakışta refah algısı yaratıyor.

Oysa bu görüntü, sanıldığı gibi ekonomik iyilişmenin değil, derin bir umutsuzluğun yansıması olabilir.

Ekonomi literatüründe bu durumu açıklayan önemli bir kavram var: Lipstick Effect (ruj etkisi).

Büyük ekonomik kriz dönemlerinde insanlar ev, araba, arsa gibi uzun vadeli ve yüksek maliyetli hedeflere ulaşamayacaklarını fark ettiklerinde, tasarruf etme motivasyonlarını kaybederler.

Çünkü biriktirilen para, bırakın bir evi, peşinatı bile karşılamaya yetmeyecektir.

Bu noktada birey, geleceğe yatırım yapmak yerine bugünü “katlanılabilir” kılmaya yönelir.

AVM’de yapılan alışveriş, pahalı bir kahve, marka bir ayakkabı ya da son model telefon; refahın değil, psikolojik bir savunma mekanizmasının ürünüdür.

İnsanlar büyük hayallerden vazgeçtikçe, küçük mutluluklara sığınır.

Bu harcamalar “lüks tüketim” değil, geleceksizlik hissinin telafisidir.

Benzer şekilde otomobil sahipliği de artık bir zenginlik göstergesi olmaktan çıkmıştır.

Uzun vadeli krediler, borçlanma kolaylığı ve ikinci el piyasası, araç sahibi olmayı mümkün kılarken; bu sahiplik çoğu zaman gelir güvencesine değil, borç yüküne dayanır.

Yani görünen varlık, görünmeyen kırılganlığı gizler.

Kafelerin dolu olması da bu bağlamda okunmalıdır.

Evde oturmak, artan faturalar ve gelecek kaygısıyla baş başa kalmak yerine, dışarıda birkaç saatlik “normal hayat” hissi satın alınır.

Bu bir keyif harcaması değil, ruhsal kaçıştır.

Gerçek refah; insanların yalnızca tüketebilmesiyle değil, geleceğe dair plan yapabilmesiyle ölçülür.

Ev hayali kurabilen, çocuğunun eğitimini güvenle planlayabilen, emekliliğini düşünebilen toplumlar refah içindedir.

Bugün ise geniş bir kesim için gelecek, planlanan bir alan değil, ertelenen bir belirsizliktir.

Bu nedenle AVM kalabalıkları, vitrinlerdeki pahalılık ya da sosyal medyadaki “iyi yaşam” görüntüleri ekonomik iyiliğin değil; toplumsal umutsuzluğun estetikle maskelenmiş halidir.

Tüketim arttıkça refah artmıyor; sadece umutsuzluk daha şık görünüyor.