Geçen hafta, dört yıl sonra İstanbul’a gittim. O büyük şehirde hayat tam bir karmaşa. İşe gitmek için kara, deniz, raylı ulaşımı kullanıyorsun ama kalabalığın içinde kayboluyorsun.

Her yerde yorgun yüzler, yüksek fiyatlar, koşturmaca… İnsanın başı dönüyor, nefesi daralıyor.

Uzun yıllar orada yaşamış biri olarak söylüyorum; İstanbul, boğucu bir kalabalık ve bitmek bilmeyen bir hız demek. İnsan orada adım adım, nefes nefese yaşıyor.

Her şey çok hızlı, herkes kendi derdinde; dayanışma azalmış, sıcaklık kaybolmuş.

Diyarbakır ise bambaşka.

Burada hayat belki daha ağır akar, ama insanın içi rahat.

Burada komşunun selamı, tanıdık yüzler, bir arada olmanın sıcaklığı var.

Sadece fiziksel değil, ruhsal bir rahatlık.

Elbette Diyarbakır’ın da sorunları var.

Ekonomik zorluklar, altyapı eksiklikleri, gündelik hayatın getirdiği sıkıntılar… Ama tüm bunların yanında memleketin kendine has sıcaklığı, dayanışması ve kimliği var.

İstanbul’da boğulan kalabalığa karşılık, Diyarbakır’da yürekler bir arada atıyor. Her ne kadar zor olsa da, burada yaşayanların birbirine sarıldığı, birlikte güç bulduğu bir ortam var.

Bu yüzden diyorum ki: Başka Diyarbakır yok.

Bu şehre, kültürüne, tarihine sahip çıkmalıyız.

Onun değerini bilmeli, kaybetmemek için elimizden geleni yapmalıyız.

Çünkü memleket sadece yaşadığımız bir yer değil; kimliğimizin, umutlarımızın ve geleceğimizin kaynağıdır.

Başka Diyarbakır yok. Kıymetini bilelim.