Statü… Toplumda hepimizin peşinden koştuğu, farkında olsak da olmasak da hayatımıza yön veren görünmez bir güç.
İnsanlar bizi nasıl görüyor? Ne kadar saygı duyuyor? Söylediklerimiz ne kadar ciddiye alınıyor? Bu soruların cevabı, çoğu zaman sahip olduğumuz statüyle ilişkilendiriliyor.
Eskiden statü daha somuttu.
Ne iş yaptığınız, nerede yaşadığınız, nasıl giyindiğiniz gibi kriterlerle ölçülürdü.
Herhangi biriyle yeni bir hayata atılırken bile statüsüne bakmadan geçemiyorduk.
Üniversiteyi 2 yıllık mı okudu 4 yıl mı?
“İş pozisyonundaki unvanı ne? Evleneceği kadından daha mı az maaş alıyor?” soruların etrafında dönüp duruyorduk.
Ancak günümüzde işler değişti. Artık görünmek, olmaktan daha etkili.
Sosyal medya hesaplarımız, paylaştığımız anlar, kullandığımız kelimeler, adeta dijital birer vitrin haline geldi.
Bazen gerçekte kim olduğumuz değil, kendimizi nasıl sunduğumuz ön planda.
Peki bu ne anlama geliyor?
Statü, artık bir değer göstergesi olmaktan çok bir algı yönetimi aracı mı?
Toplumda saygınlık kazanmak adına gösterilen çaba, bazen içi boş bir yarışa dönüşebiliyor.
İnsanlar, sadece başkalarını etkilemek için yaşar hale geliyor.
Halbuki gerçek değer, görünür olmakla değil,
Güvenilir, dürüst ve üretken olmakla ölçülmeli.
Bugün birçoğumuz statüyü, mutlu olmak için bir araç olarak görüyoruz.
Oysa tersine bir bakış açısı belki de daha sağlıklı.
Mutlu, tatmin olmuş ve kendine güvenen insanlar, zamanla zaten hak ettikleri saygıyı kazanır.
Gerçek statü de işte burada ortaya çıkar.
Unutmamak gerekir ki geçici parıltılar, uzun vadede yerini gerçek değerlere bırakır.
İmajla inşa edilen bir statü, ilk rüzgarda yıkılabilir.
Ama emekle, samimiyetle ve dürüstlükle kazanılan bir yer, kolay kolay sarsılmaz.
Statüye dair bu yeni çağda belki de en değerli duruş kendin gibi kalabilmektir.
Çünkü en güçlü izlenim, en sahici olandır.