Başlığın, Kemal Burkay’ın muhteşem şiirlerinden birinin bir dizesi olduğunu bilen bilir.

Akdeniz’in iklimi de, yemeği de, şiiri de güzeldir.

İnsanın içine huzur verir.

HUZUR.

Ne çok arar olduk değil mi?

Neredeyse unutacağımız kadar yabancı kalmışız.

Neredeyse bu minvalde yazılar ve haberler okuyup durduk yıllarca.

Ama Allah’a şükürler olsun bir süredir ‘Yeni Bir Şeyler Konuşuluyor.’

Herkes kendince yorumlar yapıyor tabi.

Bir yandan;

Üzülenler, ekmek teknesini kaybetmekten korkanlar.

Yüzlerindeki maskeleri nereye bırakacaklarını bilemeyenler, başkasının acısının üzerinde tepinmeye alışmışların ‘boşlukta’ kalabilmeyi düşünenler.

Vatan elden gidiyor, millet yok oluyor, Sakarya sular altında kalıyor diye debelenenler, memleketin her karışını bir villaya bile değişebileceklerin ‘kimseye bir karış toprak vermeyiz’ çığlıkları atanlar.

Öte yandan;

Sabahın seherinde esen rüzgardan bile umutlananlar, demokratize edilmiş bir cumhuriyette birlikte yaşamayı talep edenler, farklılıkların bütünleştirici ruhunun tadını bilenler.

Acıları yarıştırmak yerine ortaklaştırmayı isteyenler, helalleşmenin güzelliğini bilenler.

İki paragraf arasındaki yedi farkı bulun diye sorulsa, o kötü ruh halinde olanlar bile farkına varacaklardır aslında.

Neyse ki, bu son sürecin aktörlerinin ağızları gittikçe düzeliyor, iklim değişiyor.

Demirtaş’ın, Bahçeli’nin, Öcalan’ın, Bakırhan’ın.

Hepsi de sorumluluk bilinciyle konuşuyorlar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı unuttum sanmayın. Sona bıraktım.

İlk günden bu yana kısık sesle konuşuyordu ama ret de etmiyordu. Bahçeliyi destekler şekilde hareket ediyordu.

Geçen hafta yapılan grup toplantısını izledikten sonra metni de iki defa okudum.

"Örgütün Suriye ve Avrupa kollarının da bu gerçekleri görüp, fesih ve silah bırakma sürecine katılmaları hayati öneme sahiptir. Avrupa'daki ve dünyanın diğer yerlerindeki örgüte müzahir lobileri, artık Türkiye karşıtı faaliyetler yerine, ülkemizin yanında görmek istiyoruz”. Bu cümleler Erdoğan’a ait.

Haklısınız, cümleyi ben de ilk duyduğumda bi’an duraksadım.

Neredeyse ‘terör aşağı terör yukarı’ cümleleriyle meşgul olduğumuz bunca yıldan sonra Cumhurbaşkanı’nın ‘örgüt’ demesini, hayra yoruyorum ben.

Devamındaki cümleleri de bi’okadar önemli.

Sanırım cümlenin tamamından, ‘ortaklaşalım, birlikte çalışalım, artık birbirimizin aleyhinde bulunmayalım’ anlamını bir tek ben çıkartmış olamam.

Evet, Cumhurbaşkanı da haklı Öcalan da haklı.

Anlayalım birbirimizi, belki yeni baştan tanıyalım, tanışalım, tanış olalım.

100 yıldır, insanlar birbirine karşı doldurulup durdu.

En ufak insani bir talebin bile ‘terörizmle’ eşleştiği bir coğrafyadan bahsediyoruz.

Cumhurbaşkanının DEM Parti milletvekillerine teşekkür edeceğini kim düşünebilirdi ki 5 ay önce?

Ama aynı grup toplantısında etti.

Ve yanılmıyorsam Cumhurbaşkanı ilk defa ‘eşbaşkan’ lafını kullandı. Yani müspet yönde (Yanılıyorsam hoş görün).

Hatırlıyorum kimi medya mensupları, ‘eşbaşkanlık’ sistemini bile kriminalize etmek için olanca güçleriyle çalışıyorlardı.

Amacım yaraları kaşımak ve ateşe benzinle yaklaşmak değil. Umudumuzu besleyen çıkış ve sözleri yorumla niyetindeyim sadece.

Anlaşılan, bundan sonra ‘kayyum’ yönetiminin yaşanmayacağıdır. ‘Kayyum nedeniyle görevlerinden alınmış belediye başkanları varken nasıl bu kadar iyi niyetli olabiliyorsun’ dediğinizi duydum.

Haklı mısınız? Kesinlikle evet.

Madem bir süreç var ve herkes bir şekilde katkı sunmak zorunda o halde, yerlerine kayyum atanmış belediye başkanlarının ivedilikle görevlerine iade edilmelidirler.

Ama mevzunun başka bir yüzü daha var Cumhurbaşkanı’nın konuşmasında.

“Geldiğimiz noktada, yerel yönetimler ve bu çerçevede belediyeler meselesinin, tüm boyutlarıyla konuşulması, tartışılması ve yeni bir düzene kavuşturulması, kaçınılmaz hale gelmiştir." Bu cümle, konuşma arasına öylesine yerleştirilmiş nitelikte görünmüyor.

Devamında gelen cümlelerden çıkarttığım şu ki; “Yerel yönetimlerin şekilleri de değişiyor, yetkileri de. Arık her şeyin merkeze bağlı kalmasının zorluklarını ve bunun için yeniden bir yapılanmanın şart olduğunu düşündüm.

Evet, memleket sadece ve mutlaka ve de kesinlikle Ankara’dan yönetilecek durumda değil. Dünya değişiyor ve bu değişime yetişmemek hem yakışık almaz hem de medeni dünya trenini kaybetmeye neden olur.

Bir ilçenin belediyesinin herhangi bir alım ya da hizmeti, illa da Ankara’nın olurundan geçmesi için geçen zamanı düşünsenize.

Bürokratik birçok işlemden kaynaklı yurttaşlara yapılması düşünülen ‘hizmetlerin’ ertelenmesi ya da yapılmaması kabul edilir değil. O yüzden yerel yönetimlerin güçlendirilmesi hizmet verme noktasında çok hayatidir. Yıllardır var olan Kürt Sorunu’nun çözümüne dönük atılacak o kadar basit ve sıradan adımlar var ki anlatamam.

Ya da anlatayım diyeceğim ama hepimiz biliyoruz zaten.

Anadilde eğitimin dünyanın sonu olmadığını, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi bölmek değil aksine daha güç kattığını bilmek için müneccim olmaya gerek yok.

Ve elbette ki, hasta oldukları raporlarla teyit edilmiş binlerce tutuklunun serbest bırakılmasının hiç kimseye bir zararının olmadığı gibi.

Dünyanın en büyük suç ve bölücülüğü gibi okunan bu üç sorun bile çözülse, yolun yüzde yetmişine yakınını aşmış oluruz.

Cesaret çok kıymetli bir şey

Kürt ve Türk tarafının bu cesaretlerine selam durmaktan onur duyarım.

Cesur olunursa ‘iklim değişir Akdeniz olur’.

Böylece ne kan kalır, ne kin ve öfke ne de ötekileşme.

Bu memleketin ‘çakıl taşları’ daha çok adalet daha çok hukukla korunur.

Üstelik hak da ediyor.

Hak ediyoruz.

Gerisi laf-ı güzaf…