İnsanın talepleri bitmek bilmez. Belki insan olmanın şartlarından biri de budur, bilemem. Hep ister.
Her istediğinin de en iyisi olmasını ister.
Bunun için bazen olmadık saçmalıklar da yapar, sağlıklı koşullarda ‘asla yapmam’ dediği şeylere de katlanır.
Amaç? İyi bir yaşam sürmek.
İyi bir yaşam sürmek herkesin hakkı elbette.
Bunu elde etmek için gösterilen ‘legal’ çabalar, her tür kutsalın üzerindedir.
Ama en nihayetinde, hepimizin en son durağı birkaç metrelik bir mezar değil mi?
Öyle tabi.
En kötüsü de, yaşarken bunu hiç düşünmemek.
Özellikle de mal ve mülk konusunda ‘çabalarken’ hiç düşünmeyiz.
Başkası ne der, başkasının var benim niye yok, benim başkalarından ne eksiğim var gibi zehirli cümleler o mezarlık yoluna döşenen taşlar gibidir.
Özellikle de yaşanılacak ev ve iş yerleri konusundaki tükenmeyen istekler.
Oda sayıları bu kadar olsun, pencereler şuraya baksın, kapı falanca ağaçtan olsun…
Siz listeyi uzatabildiğiniz kadar uzatın.
“Göz doymayınca, gönül ne yapsın” azizim diyen bilge, yerden göğe kadar haklı bence.
Bu göz doymazlığı bilen kimi ‘tüccarlar’, güvenli ve yaşanılabilir yerler inşa etmektense, o ‘benimki-onunki’ savaşına çanak tutacak görsel çalışmalı binalar-evler yaparak cep ve cepken doldurma yarışına giriyorlar.
Olağanüstü bir durumda orada yaşayan insanların ne yapacakları, nasıl hayatta kalacakları, en az zararla nasıl kurtulacakları o ‘tüccarların’ umurunda olmuyor.
Onlar için daha fazla kazanç, bindikleri arabaların modelinin bir üstüne geçiş yapmak, kendi aralarında bir ‘itibar’ sahibi olmak (paralı itibar desek daha makul sanırım), etraflarındaki el pençe duranların sayısını arttırmak yeterli.
Sonra işte bu ‘tüccarların’, bu yapıları yapma izni için bir takım ‘yetkililere’ ihtiyaçları oluyor.
Onlar da zaten istemediğimiz kadar varlar.
Basıyorlar imzayı, veriyorlar o ‘lüks tabutlukların’ her tür iznini.
Sonra, bir deprem oluyor ya da bir yangın ve hepimiz o ‘lüks’ içinde ölüp gidiyoruz.
Yazının özü bu son cümlede aslında.
Sevgili Diyarbekirimizde 5 Haziran günü ‘lüks’ bir sitede bir yangın çıktı. 5 Haziran, yani Bayram arifesi.
Ve bu tedbirsizlikten doğan cinayette ‘bir anne ile 3 çocuğu’ hayatını kaybetti.
Birçok insanı da ‘evden eve nakliye asansörü’ işi yapan sorumlu ve sevgili bir yurttaş kurtarıyor.
O kişi benim bu yılki ‘Kahramanım’, bence sizin de kahramanınız olmalı.
Yetkili ziyaretleri, soruşturmalar, gözaltılar, ifadeler, mahkemeler ve tutuklamalar.
İyi hoş da, Diyarbekir’de bu şekilde binlerce meskenin olduğunu bilmeyen mi var?
Herkes alacağı ve aldığı meskenin kapısındaki ‘güvenliğinden’ önce olağanüstü durumlarda hayat kurtaracak bölümlerin olup olmadığına, olmaması halinde müdahale etmesine bakıp hareket etse çok işe yarayacaktır.
Olası bir sorun ve sıkıntıda, hakkını arayıp gerekirse ortalığı velveleye verse zarar ziyanın önüne alınış olacaktır.
Böylesi meskenlerin alıcı bulmaması halinde, satıcı tarafının kendine gelmesine sebep olabilir.
Bu durumda, o ‘tüccarlar’ da masasındaki her kağıdı ‘imzalayan’ yetkililer de şapkalarını önlerine koyup düşüneceklerdir (muhtemelen-sanırım-inşallah).
Hadi bakalım, kendimizin can güvenliği ve kentimizin daha yaşanılabilir olması için yurttaşlık görev ve bilinci ile söyleyelim; “LÜKS İÇİNDE ÖLÜM” istemiyoruz…