8 Haziran 1992. Bundan tam 33 yıl önce, Diyarbakır’ın göbeğinde, güpegündüz bir gazeteci katledildi. Yalnızca bir insan değil, bir tanıklık biçimi hedef alındı.
Hafız Akdemir susturulmadı; susturulmak istendi. Çünkü konuşan, yazan, hatırlayan bir hafıza her zaman tehlikelidir.
Dayımdı.
Ama bir ailenin ferdi olmanın ötesinde, o bu halkın sesi, belleği, vicdanıydı.
Yoksul mahallelerin, adliye koridorlarının, cezaevi duvarlarının ötesine ulaşan bir kalemdi.
Onun gazeteciliği, bugünkü anlamda “tarafsızlık” zırhına sığınan bir meslek icrası değildi.
Tarafı belliydi: hakikatten, ezilenden, mağdurlardan yanaydı. Bu yüzden hedef seçildi.
Türkiye’nin faili meçhul tarihi, devletin utanç hanesine kazınmış bir kara listedir.
Hafız Akdemir o listenin içinde yer alıyor.
Aradan 33 yıl geçti.
Ne dosya aydınlatıldı, ne de bir kişi yargılandı.
Çünkü cinayet, sadece bireysel bir saldırı değildi. O dönem Diyarbakır sokaklarını esir alan kontrgerilla stratejisinin bir parçasıydı.
Devletin “bilmediğini” iddia ettiği ne varsa, aslında organize edildiği karanlık odalarda çok iyi biliniyordu.
Hafız, tehdit ediliyordu.
Defalarca uyardık, söyledik, yazdık. Ama koruyan olmadı.
Devletin kollamadığı gazeteci, hedef olur.
Korunmayan her kalem, açık bir hedef tahtasına dönüşür.
Ve bugün, tetiği çeken el değil; o eli yöneten yapı hâlâ cezasızlık zırhının arkasında saklanıyor.
Bugünlerde yeniden dillendirilen bir “barış süreci” ihtimali varsa, bu sürecin temeli sahici bir yüzleşme olmalıdır.
Geçmişle hesaplaşmadan geleceğe barış inşa edilemez.
Faili meçhul cinayetlerle, zorla kaybetmelerle, cezaevlerinde işkenceyle, köy yakmalarla örülmüş bu karanlık tarihin üzeri örtülerek değil; açığa çıkarılarak, tanınarak ve adlandırılarak barışa yaklaşılabilir.
Bu nedenle devlete düşen görev yalnızca suskunluğunu bozmak değil; aynı zamanda açık bir özürle bu cinayetlerin politik sorumluluğunu üstlenmektir.
Hafız Akdemir gibi onlarca ismin anısı karşısında devletin artık “bilmiyorduk” deme lüksü yoktur.
Hafızayı diri tutmak gerekiyor.
Çünkü unutmak, sadece öleni değil; yaşayanı da öldürür.
Hafız Akdemir’in öldürülmesi, bireysel bir trajedi değil; toplumsal bir cinayettir.
Hafız’ın düşen kalemi yerde kalmadı. Kaldıranlar, bugün hâlâ yazıyor. O yazılarla, hafızamızı diri tutuyoruz.