Ekmek yapmak mesele değildi sanki! Aslolan ekmeklik buğdayı bundan onbin yıl evvel doğada kendiliğinden yetişiyor iken akıl edip de evcilleştirmekti.
İşte Diyarbakır’a çok uzak değil, kırk dakika hepi topu 60 kilometre mesafede kuzey batıda ilçesi Ergani yakınlarındaki, biz Kürtlerin “Kot ê ber çem” dediğimiz, Türklerin ise birebir Türkçeleştirerek “Çayönü” adını yakıştırdığı, arkeolojideki adı da “Hilar” olan yerleşkenin kadim sakinleridir o buğdayı her yıl yeniden üretilerek biz fanilere armağan eden.
Hem sade buğday mı? Değil tabii ki, arpa, nohut ve mercimeği de. Koyun, keçi, at ve domuzu da ehlileştiren onlar. Yetmezmiş gibi ilk topluluk içinde yaşam kültürünü, yani köy yerleşkesini hayata geçiren de onlar. Yakınlarındaki bakır yataklarından bakır madeninden ilk mutfak araç gereçlerini akıl edip yapanlar, yani bakırı da ilk işleyenler onlar. Daha fazlasını merak eden, hazır şehre gelmişken Suriçi, İçkale’deki Arkeoloji Müzesi’ne gidip, gezip görerek inceleyebilir.
Mevzu uzun, biz ana hikayeden sapmayıp yine Nan’a, ekmeğe gelelim. Batılı arkeologların, adına “Einkorn” dedikleri buğdayla başlıyor bizim boğazlar meselesinin doygunluk hâli.
Malum Einkorn kızıl buğdayın İngilizcesi. Bizde şimdilerde adına Siyez de denilen buğdayın atası Einkorn. Siyez, Hititlerdeki “Ziz”den türetilmiş. Kaplıca anlamına da geliyor(muş). E, tevekkeli Hilar’ın hemen yanıbaşında dünyada sağlık açısından 2. Sırada olduğu söylenen Çermik, kadim Aberna’nın Kükürtlü şifalı Kaplıcası olduğu da yabana atılmamalı.
Peki bu kadar buğday, ekmek, tarih, kültür, sahip çıkamayıp kendi ürününe yabancılaşma meselesine sahi niye girdik ki!
Efendim biz şimdilerde bu doğal ekmeği zaten yiyemiyoruz. Yakın günlerde memlekette adı-namı olan bir zincir fırından yaş maya tam buğday ekmeği aldım ve 80 TL ödedim. Ha o gün normal 400 gramlık işlenmiş katkılı ekmek 20 TL idi. Şimdi ekmeğin 25 lira olduğu bu günlerde her halde o da 100’e çıkmıştır.
Ya hu siz takılmayın Canan Karatay’ın “ekmek yemeyin” tavsiyesine. O hangi ekmeği yemeyin diyor, asıl ona bakın!
Ya Marie Antoinette’nin “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” dediğine ne demeli! Hem dedi ne oldu. O Versailles Sarayının Avusturya’dan transfer gelini Fransız İhtilalinde (1789) giyotinle kafası gövdesinden ayrılarak ödedi sözünün ve ihtişamının bedelini…
Çok uzadı kelam, saadete (sadede) gelelim. Nazım şiirinde demişti ya;
“Ve insanlar,
ah benim insanlarım
Yalanla besliyorlar sizi!
Hâlbuki açsınız,
Etle, Ekmekle beslenmeye
muhtaçsınız…”
Tuhaf bir garabet içindeyiz. Oktay Akbal’ “Önce Ekmekler Bozuldu” ilk kitabını seksen sene önce 1946’da Tophanedeki evlerini 200 tl’ye satıp 1500 adet bastırmış. Her bir kitabı da 60 kuruştan satmış olduğunu anılarında anlatır Akbal.
O gün bugündür ekmekler bozuldu ve “nan”a muhtaç olur hâle gelip dûçar û naçar olduk. Fakirin ekmeğiyle oynayanın vaylar başına…