Diyarbakır’da bir süre önce kurulan ‘Şiyar Be! Uyuşturucuyla Mücadele Platformu’, uyuşturucu kullanımına karşı farkındalık oluşturmak amacıyla çeşitli etkinlikler yapıyor.
Diyarbakır merkezli olmak üzere Van, Batman ve Cizre ‘uyuşturucu ile mücadele’ konusunda pilot bölgeler olarak belirlendi.
Uyuşturucu yaşının bizleri korkutacak düzeye kadar inmiş olması, neredeyse dileyen herkesin bu illeti her an, her yerden temin edebilecek durma gelmiş olması toplumumuzun altına yerleştirilmiş pimi çekilmiş bir bomba gibi duruyor.
Bu illet, sadece kullananın değil hepimizin hayatını tehdit altına almakla birlikte geleceğimizin de kararmasına ön ayak olmakta.
Konunun uzmanları zaman zaman bilimsel veriler ile durumun ciddiyeti ile bizleri baş başa bırakıyor.
Strateji belirleme, rehabilitasyon merkezleri kurma, sorunun politik ve sosyolojik boyutlarını irdeleme, aileler ile çalışmalar yürütme, merkezi ve yerel yetkililerle istişarelerde bulunma ve uzmanların görüşlerine başvurma …
Listeyi uzatabiliriz bu illet ile savaş için.
Ama ben bu illetin ve savışının başka bir boyutuna dikkat çekmek isterim. ‘Şiyar Be! Uyuşturucuyla Mücadele Platformu’ 26 Nisan tarihinde bir yürüyüş ile kuruluşunu deklere etti.
İnsanların geleceklerini ve güzel yaşamalarını dert edinen biri olarak naçizane ben de katıldım.
Sonrasında da 14 Haziran Cumartesi günü dünya kavşağından Rojava Parkı’na kadar bir yürüyüş yapıldı.
Uyuşturucu ile mücadele konusunda sloganlar eşliğinde yapılan yürüyüşe ‘yurttaş’ kimliğimle katıldım.
Bildik konuşmalar, hamasi söylemler, başarı dilekleri, mücadeleyi yükseltme yeminleri ve dağıldı herkes.
Hepimiz dağıldık ama ben ruhen dağıldım daha çok.
Bu kadar hayati ve toplumumuzu gizliden değil artık alenen kemiren bu illete ile mücadele konusunda yapılan bir etkinliğe bir çırpıda sayılabilecek sayıda insanın katılması dağıttı ruhumu.
Yol boyunca, binlerce insan ve konut arasından geçerken bırakın etkinliğe katılmayı, bir el sallayan bir korna çalana bile rastlamamak dağıttı ruhumu.
Etkinliği takip eden güvenlik görevlisi birinin ‘bizim sayımız katılımcılardan daha fazla’ sözü dağıttı ruhumu.
Birkaç sivil toplum örgütünün çekirdek kadrosunun dışında kitlesel bir katılımın olmaması dağıttı ruhumu.
Oysa hafta sonuydu, oynanacak maç da yoktu bir transfer haberi de, okullar açık değildi, hava gayet iyiydi hatta sıcak.
Buna rağmen hatırı sayılı bir katılım olmadı.
Yanılmıyorsam Amedsporlu birkaç genç arkadaşın boğazlarını yırtarcasına sloganları da olmasa, birkaç kişi ile yapılmış sessiz bir etkinlik olarak tarihe geçecekti.
Yeri gelmişken söyleyeyim o Amedsporlu arkadaşlara teşekkür ederim.
Ama önünden geçtiğimiz tüm kahveler doluydu. Herkes bir masa başında atacağı okeyi bekliyordu.
Ya da kağıdının ‘maça 1’lisini’.
Artık çay kimde kaldıysa Allah kerimdi.
Kafeler de öyle.
Ele ele sevgililer, dünyayı değiştirme iddiasında olan gençler.
Kuvvetle muhtemeldir ki, o masalarda dünya ve devrim üzerine stratejiler de yapılıyordu.
Ama yürüyüşe katılım azdı.
Kişisel kanaatim sorun, insanlarımızın böylesi hayati bir organizasyona katılmaması değildir.
İnsanlarımızı böylesi hayati bir organizasyona kanalize edebilecek bir yapının olmadığı ya da kalmadığıdır.
Başta ben olmak üzere (bunu diyorum ki hiç kimse hemen üzerine alınmasın) bu kentte yaşayan ve bu kentte bir ‘yeri’ olanlar şapkamızı usulca çıkartıp önümüze koymalıyız.
O şapka ile ‘biz nerde hata yaptık’ diye konuşmalıyız.
‘Nerdeeeeen Nereye’ diye kendimizi sorgulamalıyız.
Asrın sorusu; “ Niye hepimizin kapısını her an çalabilecek bir illet için yapılan en ‘zararsız’ etkinliğe katılım bu düzeydeydi.”
Evet; Cevapları alalım?