Diyarbakır, her zamanki gibi mütevazı, ama her zamanki gibi yükün en ağırını sırtlamaya devam ediyor. Bu şehir; tarihin, medeniyetin ve direnişin harman olduğu bir yer. Fakat bugün bu şehrin sokaklarında, dükkan aralarındaki sessiz çığlığı duymak için çok da keskin bir kulak gerekmiyor: Esnaf kan kaybediyor.

Geçtiğimiz gün Diyarbakır, Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK) Bölge Toplantısı'na ev sahipliği yaptı. Toplantının ev sahibi Diyarbakır Esnaf ve Sanatkârlar Odaları Birliği (DESOB) Başkanı Alican Ebedinoğlu’ydu. O her zamanki gibi doğrudan konuştu: “Bölgeler arası eşitsizlik esnafı da vuruyor.”
Evet, yıllardır konuşuyoruz. Yollar, köprüler, yatırımlar… Ama hiçbiri Diyarbakır’a eşit mesafede değil. Bu eşitsizliği bir istatistik gibi değil, bir insan hikâyesi gibi görmediğimiz sürece de değişmeyecek.
Alican Ebedinoğlu’nun sözleri sadece bir tespit değil, aynı zamanda bir çağrıydı:
“Bizim esnafımız, huzursuzluklara rağmen elini değil, gövdesini taşın altına koydu.”
Bu şehir hep kendini var etmeye çalıştı. Üstelik çoğu zaman merkezi politikaların kıyısında bile yer bulamadan…
Toplantının konuğu TESK Genel Başkanı Bendevi Palandöken’di.
Sadece bir protokol konuşması yapmak için gelmedi.
Toplantıdan sonra rotasını Suriçi’ne, Diyarbakır’ın kalbine çevirdi.
Yorgun Sur duvarlarının gölgesinde, Çarşiya Şewitî’nin esnafıyla buluştu.
Belki de bu ziyaretin en anlamlı tarafı buydu: Türkiye’de esnafı temsil eden en tepedeki isim, Diyarbakır’ın en küçük, en kırılgan esnafıyla yan yana geldi.
Yan yana durmak, bir derdi dinlemek bazen bir rapordan, bazen bir bütçeden daha güçlüdür. Bendevi Palandöken bunu fark etti.
O anlarda Sur diplerindeki o küçük dükkanlarda, bir başka Türkiye vardı.
Büyük market zincirleriyle, internet devleriyle rekabet etmeye çalışan küçük esnaf, Palandöken’e sıkıntılarını bir bir anlattı.
Kimi artan vergi yükünden yakındı, kimi krediye ulaşamamaktan. Kimisi ise “Depremden beri toparlanamadık başkanım” dedi.
Palandöken dikkatle dinledi. “Alternatifimiz kalmadı” dediğinde aslında sadece Diyarbakır esnafı için değil, Anadolu’daki tüm küçük esnaflar için konuşuyordu.
Bir şehri sadece tarihiyle, yemekleriyle ya da sloganlarıyla büyütmezsiniz.
Küçük esnafı, yerel üreticiyi ayakta tutmazsanız, o şehir bir gün yabancıya benzer.
Diyarbakır da işte bu eşikte.
Yıllardır “pozitif ayrımcılık” dediler, ama Diyarbakır’ın ihtiyacı süslü kelimeler değil, somut çözümler.
Burada mesele sadece kredi değil.
Burada mesele sadece bir dükkanın kepengini açıp kapatmak da değil.
Burada mesele; bir esnafın, bu ülkede kendini eşit hissetmesi.
Mesele, Diyarbakır esnafının, İstanbul’daki bir meslektaşıyla aynı haklara ve fırsatlara sahip olması.
Palandöken, bu eşitsizliğin farkında.
Belki bu ziyaret, Ankara’daki yüksek tavanlı salonlarda yazılan raporlara birkaç satır daha ekler.
Belki Çarşiya Şewitî’deki bir çay ocağında edilen sohbet, bir kanunu değiştirir.
Belki…
Toplantının sonunda şu netleşti: Küçük esnafın hikâyesi, aslında Türkiye’nin hikâyesi. Küçük esnaf yaşarsa, sokak yaşar.
Sokak yaşarsa, şehir yaşar.
Şehir yaşarsa, ülke nefes alır.
Ama eğer küçük esnaf yok olursa, geriye tabelalar ve beton kalır.
Diyarbakır buna razı değil.
Suriçi esnafı buna razı değil.
Ve görünen o ki, Bendevi Palandöken de razı değil.
Öyleyse bir yerden başlamak lazım.
Yük hep Diyarbakır’ın sırtında mı kalacak?
Artık bu eşitsizlik yükünü biraz da Ankara taşımalı.