Taziye evleri, halkımızın acıyı paylaşmak için bir araya geldiği, gözyaşı kadar duanın da döküldüğü mekânlardır.

Fakat yıllardır özellikle Diyarbakır ve çevresinde taziye geleneği, asli mecrasından çıkmış; ölenin arkasından yemekli düğüne dönüşmüştür!
Onlarca kazan yemek, onlarca kilo et, misafir ağırlama telaşı…
Ölümün sessizliğinde değil, neredeyse bir düğün havasında karşılanan kalabalıklar…
Ve en büyük yükü de omuzlarında yas olan aileler taşımaktadır.
Bu uygulamayı sürdürmek ne İslami ne de vicdanidir.
Tam tersine, Hz. Peygamber’in sünnetine açıkça aykırıdır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v), amcası Cafer bin Ebi Talib şehit olduğunda, onun evine yemek gönderirken şöyle buyurmuştur:
“Cafer’in ailesine yemek yapınız, zira onların başına meşgul edici bir musibet geldi. (Ebû Dâvûd, Cenaiz, 23)”
Efendimiz, acı yaşayan ailenin yemek yapamayacağını, başkalarının ise onlara destek olması gerektiğini öğütlemiştir.
Günümüzde ise bu uygulama tam tersine dönmüştür: Acı içindeki aile, borçla, krediyle, çoğu zaman toplum baskısıyla yemek organizasyonu yapmak zorunda bırakılmaktadır.
Bugün bir taziyeye gittiğinizde şunları duymanız kuvvetle muhtemeldir:
“Yemek nasıldı?”, “Pilav az pişmişti ama kavurma güzeldi...”
Bu sözler, taziyenin dilini yitirdiğinin, kalbin geri plana itildiğinin kanıtıdır.
Ölüm üzerine değil, menü üzerine konuşan kalabalıklar, taziyenin ruhuna yapılmış bir ihanettir.
Ne hazindir ki, merhumdan çok mercimek konuşulmakta, yasın yerini yemek seçkinciliği almaktadır.

Kur’an-ı Kerim’de “İsraf etmeyin. Allah israf edenleri sevmez (A’râf, 31)” buyrulurken; taziyede gösteriş için yapılan yemekler, acı yaşayan aileye bir külfete dönüşmektedir.
Taziyede amaç yemek yemek değil, acıyı paylaşmaktır.
Göz hakkı için değil, gönül hakkı için gidilir o evlere.
Bölgemizde taziye yemekleri artık rekabet unsuru haline geldi. “Filancanın oğluna 3 gün kuzu kesildi, bizimki eksik kalmasın” anlayışı, dini bir geleneği dünyevi bir yarışa çevirdi.
Fakir aileler bu gelenek yüzünden borca giriyor.
Bazı aileler, sırf bu masrafları karşılayamayacakları için taziye kurmaya çekiniyor.
Oysa taziye bir zengin-fakir ayrımı değil, kalpten kalbe bir bağdır.
Hz. Ömer (r.a.) şöyle der:
“Cenazeye giden kimse, Allah’tan korksun ve sükûnet içinde olsun. Zira bu, ölünün ailesine daha tesirlidir.”
O sessizlik, o duruş… Aslında taziyenin ruhu budur. Ama kazan kazan etin dumanı, bu anlamı boğuyor.
Diyarbakır ve çevresinde bazı müftülüklerin, STK’ların ve yerel yönetimlerin taziye yemeklerine karşı aldığı kararlar doğru yöndedir. Ama bu kararlar cami kürsüsünden, mahalli meclislerden ve kanaat önderlerinden destek görmedikçe uygulamada etkili olmayacaktır.
Unutmayalım:
Taziye, ölenin ardından yemek beğenme değil, yaşayanlara sabır dileyebilme yeridir.
Merhumun ardından “eti güzeldi” denilecekse, bu gelenek tüm anlamını yitirmiştir.
Her ev, bir gün taziye evine dönüşebilir.
Bugünden o evlerin yükünü hafifletmek, gösterişten uzak tutmak boynumuzun borcudur.
Çünkü ölüye dua gerek, ziyafet değil.